18 Aralık 2008 Perşembe

Yüzüklerin Efendisi [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Yüzüklerin Efendisi
KİTABIN YAZARI : J.R.R Tolkien
YAYIN EVİ : Metis Yayınları
BASIM YILI : 2000
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..
1. KİTABIN KONUSU : ORTA DÜNYAYI KURTARMAK İÇİN KÖTÜLÜKLER EFENDİSİNE KARŞI VERİLEN SAVAŞ

2. KiTABIN ÖZETİ : Orta Dünyadan destansı bir masal Yüzüklerin Efendisi.Tolkien‘in yarattığı kusursuz dünyanın yeniden hayata dönüşü.Orta Dünya hakkında kısa bir bilgi vermeli öncelikle.Cüceler, elfler, insanlar üç büyük ırkdır. Bunların dışında hobbitler, ebtler, orklar gibi kendine has özellikleri bulunan ırklar mevcutur. Masalımızın içerisinde bu ırkların özellikleri bir kez daha vurgulanacaktır.
Frodo, Bay Bilbo ile yaşayan genç bir hobbitdir. Hobbitler yerin hemen altında şirin evlerde yaşayan, kısa boylu, neşeli bir halktır. Bay Bilbo, maceraperest , yaşlı bir hobbitdir. Günün birinde Gandalf geri döner ve Bay Bilbo‘nun yanına gelir. Gandalf Orta Dünyanın irfana sahip ariflerindendir. Ve Bay Bilbo‘nun bir gezisi sırasında ele geçirdiği yüzükten haberdar olur. Burada masalımıza bir ara verip yüzüklerin hikayesini anlatayım size. İrfan yüzükleri çok eski zamanlarda elfleri kandıran kötülükler efendisi Sauron tarafından yaptırılmıştır. Ve üç yüzük cüce hükümdarlara , yedi yüzük ariflere, dokuz yüzük insanların büyük krallarına veriliyor. Ve tek yüzük de kendisi için yapılıyor ancak bunu bir savaş sırasında insanlar ondan elini kesmek suretiyle alınıyor. Orta Dünyanın ilk zamalarında ve sonra bu yüzük kayboluyor; ta ki Bay Bilbo onu bulana kadar… Diğer yüzükleri eline geçirmiştir Sauron ancak tek yüzük elinde değildir ve bunun için elinden geleni yapmaktadır. Bu yüzüğü takmak gerçekten çok güçlü bir irade istemektedir.
Evet , Sauron harekete geçmiştir ve Orta Dünya halkının buna karşı bir şeyler yapması gerekmektedir. Bunu için yüzüğün bir an evvel yapıldığı ateşe, Hüküm Dağı’na götürülüp atılması gerekmektedir. Bunun için bir yüzük yaşıyıcısı gerekmektedir. Bu görev Frodo‘ya verilir. Ve hobbit köyünden üç arkadaşı da ona takılır;Merry , Pippin , Sam. Dört küçük hobbit Elf diyarına doğru yola çıkarlar
Elf diyarında yüzük taşıyıcısının yanına 8 kişinin daha katılmasına karar verilir. Bunlar insanların krallarını temsilen Boromir; Hobbitlerden Merry, Sam, Pippin; Cücelerden Gimli; Elflerden Legolas, efsanelerde anlatılan kırık kılıcı birleştirecek efsane kral Aragorn, Ak Gandalf ve tabi Frodo. Böylece yüzük kardeşliği oluşur. Görevleri tek yüzüğü Sauron ele geçirmeden yüzüğün yapıldığı ve onu yok edebilecek tek yer olan Hüküm Dağı’nın içine atmaktır. Yolda bir çok zorluklarla karşılaşırlar. Sauron yollarına türlü türlü engeller çıkarmaktadır. Gandalf bu engellerin bir tanesinde çok güçlü bir yaratıkla savaşmak zorunda kalır ve gruptan ayrılır. Sauron’un askerleri Orklar gruba saldırırlar ve Boramir ölür, grup ikiye ayrılır. Aragorn, Legolas, Gimli bir grup oluşturup, Sauron ile savaşacak güçlerin yanına; Frodo ve Sam Hüküm Dağı’na giderler. Merry ve Pippin ise orklar tarafından esir edilirler.
Savaşlar başlar. Sauron bütün dikkatini savaşa çevirir ve bu sırada Forodo ve Sam yüzüğü uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra Hüküm Dağı’nın ateşine atarlar.
Küçük Hobbitler artık birer kahraman olmuşlardır ve ordular diğer tarafta Sauron’u ve kötülüğü yenmişlerdir. Artık eve dönme zamanı gelmiştir. Çok özledikleri evleri hobbit köye döndüklerinde işlerin hiç de umdukları gitmediğini gördüler. Memleketlerinde büyük insanlar eşkiyalık yapmakta ve halklarını korkutmaktadır. Onlara karşı halkı uyarırlar ve yabancıları neşeli memleketlerinden kovarlar. Frodo krallar ülkesine gider Aragorn ile. Sam evlenir. Merry ve Pipin ise Hobbit köyde mutlu bir hayat sürer.

3. KİTABIN ANAFİKRİ : En taş kalbli görünen insanların bile taştan da olsa bir kalbi vardır ve yalçın kayalar bile ufacık damlalar ile zaman içinde aşınırlar.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ :
Frodo: Hobbit halkının genç kahraman üyesi. Seçilmiş yüzük taşıyıcısı. Yüzükle geçirdiği günler onu olgunlaştırmıştır.
Gandalf: Orta Dünya’nın en yaşlı bilge kişilerinden bir tanesi. Neşeli olduğu vakitler çok babacan dır ancak düşmalarının karşısında onu tanımak zorlaşır.
Aragorn: Efsanelrde anlatılan, insanların beklediği, savaşçı ve çok iyi bir yönetici olan kahraman biridir.
Sam: Forodo’ya ölesiye bağlı hobbit dostu. Bütün hobbitler gibi çok neşeli.
Merry: Kendinden beklenin çok üstünde cesur sevecen bir hobbit.
Pippin: Yüzük kardeşiğinin neşeli hobbit üyesi.
Legolas: Genç, kahraman bir elf. Elf irfanlarına sahip. Uzağı çok iyi görür, hızlı koşar.
Gimli: Kaba saba bir cüce ancak çok iyi kalpli. Yüzük kardeşiliğinin bir üyesi o da..
Boromir: İnsanların kralının çok sevdiği 2 oğlundan biri. Yüzük hırsı onun sonu olmuştur.
Sauron: Kötülük tanrısı Melkor‘un dünyadaki uşağı. Mordor diyarının efendisi.

5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER :
Kitap Tolkien’in yarattığı kusursuz dünyadan destansı bir masal. Yüzüklerin Efendisi üç kitaptan oluşuyor. Birinci kitap Yüzük Kardeşliği, ikincisi İki Kule ve sonuncusu Kralın Dönüşü. Bu üçleme gerçekten birbirini çok iyi tamamlıyor ve cesaretin, sevginin ve azmin başaramayacağı hiçbir şeyin olmadığını bir kez daha okuyucuya gösteriyor.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ :
John Ronald Reuel Tolkien 1892‘de Güney Afrika‘da doğdu. Oxford Üniversitesi’nde Dilbilim ve Eski İngilizce konularında uzmanlaştı ve aynı üniversitede 1959‘a kadar profesörlük yaptı.
Yüzüklerin Efendisi’nin 1954 ve 1955 yıllarında üç cilt halinde yayınlanması, özellikle “saygıdeğer” bir İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörünün “fantezi” gibi bir türde eser vermesi, edebiyat çevrelerinde küçük çaplı bir skandala yol açtı. Tolkien‘in 1937’de yayınlamış olduğu Hobbit, daha ziyade masal türüne ait bir çalışma olarak kabul edildiği için üzerinde pek durulmamıştı.
Yüzüklerin Efendisi’nin yaratığı dalgalanma “fantezi” türünün “saygın” edebiyat türleri arasına girmesinde önemli rol oynadı. Tolkien‘i izleyen fantezi yazarları, onu ve yarattığı “ Orta Dünya”yı büyük ölçüde taklit ettiler.
Tolkien‘in 1973’teki ölümünden sonra “ Orta Dünya “nın birinci çağı nı ele alan Silmarillion (1977), oğlu tarafından yayına hazırlandı. Christopher Tolkien babasının yarım kalmış el yazmalarını yayınlayarak eksiksiz bir “Orta Dünya” tarihi hazırlamaya gayret etti.

Güneş Ülkesi [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Güneş Ülkesi
KİTABIN YAZARI : Tommasa Campanella
YAYIN EVİ : Sosyal Yayınlar
BASIM YILI : xxxx
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

KİTABIN KONUSU : Güneş ülkesinde dile getirilen konu; toplumsal bir düzen düşüncesidir. İşte bu kitap bu toplumsal düzeni dile getirmektedir. Yazar temel olarak bu kitapta; toplu halde yaşayan insanların amacının genel yarar olduğu, özel bir mal mülkün olmadığı, çalışmanın bir zevk haline geldiği bir düzenden bahsetmektedir. Bu kitapta yazarımız sosyalizmin temelini oluşturmaktadır.

KİTABIN ÖZETİ : Güneş ülkesi Campanella’nın günün birinde gerçekleşeceğini düşündüğü bir devlet tasarısıdır. Genel hatları ile campanella bu kitapta bütün kötülüklerin ve haksızlıkların kaynağını; insanın kendisinden başkasını düşünmemesinde, dünya malını benim senin diye paylaşmasında buluyor. Campanellaya göre; insanlar genel yarar kaygısından uzak oldukları sürece kendilerinden başkasını düşünmezler. Oysa; toplum halinde birbirlerine bağlanan insanların amacı genel yarar olmalıdır. Campanella bu kitapta; özel çıkarları kaldırdığımzda ortada toplum yararından başka birşey kalmayacağını ve bencil davranışların eninde sonunda toplum güçlerinin çatışmasına yol açacağına inanmaktadır. Onun için, Güneş ülkesinde herşey devlete ve genel yarara hizmet etmelidir. Bu da sosyalizmin temelini oluşturmaktadır.
Güneş ülkesinde dayanışma bilinci ve topluma yararlı olma isteği vardır. Bunun bir sonucu olarak da güneş ülkesinde özel mal mülk olmamaktadır. Campanella, Romalıların ve ilk Hristiyanlar zamanındaki rahiplerin yurtları ve toplulukları uğruna seve seve savaştıklarını ve mal mülk düşüncesinden uzak durduğunu gösterek bir gün Güneş ülkesinin gerçekleşebileceğine inamaktadır. Ayrıca Güneş ülkesinde çalışma bir angarya olmaktan çıkmış , bir zevk halini almıştır. Aylaklık ayıp yüz kızartıcı birşeydir.
Güneş ülkesinde mal mülk ortaklığının yanında, kadın ortaklığı da vardır. Güneş ülkesinde bu kadın ortaklığı Platonda olduğu gibi sadece yöneticiler için değil, tüm toplum içindir. Bu ortaklığın amacı; kan bağıyla herkesi birbirine sıkı sıkıya bağlamak, kıskançlıkların, kinlerin önünü almaktır. Ayrıca bunun temelinde Campanella’nın soyun üremesine ve çocuk eğitimine verdiği önemde yatmaktadır. Fakat; Güneş ülkesinde bu kadın ortaklığının birgün bırakılacağına inanılmaktadır.
Güneş ülkesinde en büyük yönetici bir başrahip olan Hoh’dur. Gerek dünya işlerinin , gerekse ahiret işlerinin başı odur. Yetkisi mutlaktır, verdiği yargılar kesindir, kimse ses çıkarmaz onlara. Hoh’un Güç, Akıl ve Sevgi adlı eşit yetkide üç yardımcısı vardır. Güç; barış ve savaşla ilgili bütün işleri yönetir, yani;askerlik işlerinde ki en yüksek yetkili kişi odur. Aklın görevi ise, serbest mesleklerin, bilim adamlarının, eğitim işlerinin ve okulların yönetimidir. Sevgi’nin görevi ise; üreme işleridir.
Ayrıca; Güneş kentte bütün diller öğrenilir. Dünya’nın dört bir yanına elçiler salınır; çeşitli ulusların töreleri, yolları, yasaları, tarihleri öğrenilir. Güneş ülkelilere göre, insanın bir evi, bir karısı, ve kendi çocukları oldu mu mal mülk derdine düşer. Bencillik bundan doğar, ve böylece Güneş ülkeliler bencilliğin amacını ortadan kaldırmakla onu yok etmişler ve yerine ortak yaşama sevgisini koymuşlardır. Onlara göre; yurt sevgisi, kişisel çıkardan vazgeçildiği ölçüde artar.
Güneş kentliler birbirlerine kardeş derler. Yirmiikisini aşanlara baba, bu yaştan aşağı olanlara da oğul denir. Gurur; onlarca kusurların en ürküncüdür. Gurur taslayan kimse en sert cezalara çarptırılır. Güneş ülkelilere göre, yoksulluk insanları alçaltır, serseriliğe götürür, onlarda yurt sevgisini azaltır. Zenginlikse; insanları gurura, cahilliğe, küstahlığa, palavracılığa, bencilliğe götürür. Oysa herşeyin ortak olduğu Güneş ülkesinde, herkes aynı zamanda hem zengin, hem yoksuldur. Zengindir; çünkü kent bütün ihtiyaçlarını karşılar. Fakirdir; çünkü kimsenin özel mal mülkü yoktur. Güneş kentliler mala mülke köle olmazlar, sadece yararlanırlar onlardan.
Güneş ülkelilere göre, dinliler dinden uzaklaşıyorsa, din kurallarının sıklığından değil, daha çok dinsizlerle düşüp kalktıkları, şan şeref peşine düştükleri, mal mülk sevdasına, ten isteklerine kapıldıkları için uzaklaşıyorlar.
Güneş ülkelilerin yemek bakımından uydukları kural şudur; bir gün et, bir gün balık, bir gün sebze yerler. Dördüncü gün, mideleri yorulmasın ve organizma güçsüz duruma düşmesin diye yeniden ete dönerler. Sindirimi en kolay besinleri yaşlılara ayırırlar. Amaçoğunluk, günde iki öğün, çocuklarsa doktorların öğütleri gereğince dört öğün yerler. Güneş ülkeliler genel olarak, yüzyıl yaşarlar, iki yüzyıl yaşayanlarda vardır.
Güneş ülkesinde cinsel istekleri aşırı olan bazı erkeklerin, tabiata aykırı yollara sapmalarını önlemek için, belli bir yaştan öncede kadınlarla yatmalarına izin verilir. Yalnız bu kadınların gebe, ya da kısır olması gerekir. Cinsel sapıklık yaparken yakalananlar, ağır cezalara çarptırılır. Bu ceza idama kadar gidebilir.
Güneş ülkelilere göre; savaşın amacı düşmanı yoketmek değil, daha iyi hale getirmektir. Devletin, dinin ve insanlığın düşmanlarına karşı acımadan savaşırlar. Güneş kent ordusunu, hepsi de savaş hilesi bakımından usta olan beş, sekiz ya da on komutan yönetir. Bunlar savaş işlerini görüşmek için toplanır ve aldıkları karara göre birliklerine kumanda ederler. Düşmanın önünden ilk kaçanlar ölüm cezasına çarptırılırlar. Ancak bütün ordu bağışlanmalarını ister, ve teker teker suçu paylaşırlarsa, ölümden kurtulabilirler.
Campanella yeni bir altın çağın doğacağına ve bunun da Güneş ülkesi gibi bir devlet düzeniyle gerçekleşeceğine inanmaktadır.

ANA FİKİR : İnsanların hiçbir zaman umutlarını kaybatmemelerinin gerektiğini, herşeyin dönüp dolaşıp eski yerine geldiği gibi, geçmişte yaşanan bazı güzelliklerin ileride de olabileceğini, insanların yararları, mutluluğu ve ahlakı paylaştığı zaman dünyanın bir cennet olabileceğini, azgın kör sevgiler yerine uyanık, temiz sevgilerin gelebileceğini, yalan dolan, bilgisizlik ve zorbalığın yerine, gerçek bilgi ve kardeşliğin gelebileceğini savunuyor.

KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitabın soru cevap şeklinde geçmesi, kitaba akıcı bir özellik kazandırmıştır. Ayrıca; yazar tarafından öne sürülen devlet düzeniyle ilgili, aklımıza gelen her soru yazar tarafından sanki önceden biliniyormuş gibi anında sorulup cevaplanıyor. Ayrıca; kitaptaki kişiler ve yerler hakkındaki tasvirler çok etkileyici bir şekilde işlenmiştir. En önemlisi vermek istenilen mesaj okuyucuya tam olarak verilmiştir.

TOMMASA CAMPANELLA

Tommasa campanella, düşüncelerini yirmi yedi yıllık hapis hayatıyla ödemiş bir düşünce kahramanıdır. Onun yaşadığı dönem, Avrupa katolik dünyasının parçalanmaya başladığı, modern dünyayı hazırlayan politik, ekonomik ve kültürel olayların oluştuğu döneme rastlar.
Campanella, İtalya’da Calabria bölgesinde Stilo kasabasında dünyaya geliyor. Daha küçük yaştan, üstün zekası ve okumaya olan aşırı tutkunluğuyla dikkati çekiyor. On üç yaşında çeşitli konular üstüne şiirler yazıyor, uzun uzun söylevler veriyor. On beş yaşında Cosenza dominiken manastırına giriyor ve orada Aquino’lu ermiş Augustinus’un Somma Theologica’sını defalarca okuyor. Çok geçmeden manastırda okumadığı eser kalmıyor. Bilgiye olan susuzluğunu bir şiirinde şöyle dile getiriyor: ‘Dünyanın bütün kitapları doyuramaz kafamın açlığını. Neler neler okumadım! Ama yine de kafamın açlığından ölüyorum… Anlayışım arttıkça, bilgim eksiliyor…’
Dinsel konulardan az zamanda bıkan campanella, felsefeye veriyor kendini. Büyük italyan filozofu Telesio’da aradığı önderi buluyor. Doğruyu kitaplardan çok, tabiatın gözleminde arayan Telesio’nun temel düşüncesi şuydu: Bilim soyut kavramlardan değil, gerçek varlıklardan yola çıkmalıdır; deney, bilimin başvurması gereken temel kuraldır.
Campanella yirmi iki yaşında ilk eserini yazıyor. Bu, Telesio’yu düşmanlara karşı savunmak ve Aristoteles felsefesini çürütmek amacıyla kaleme aldığı Philosophia sensibus demostratat’tır. Eser cizvitlerin saldırısına uğruyor. Sapkınlık ve büyücülükle suçlanan Campanella, Papa’nın emriyle Cosenza’dan ayrılıp Stilo’ya dönmek zorunda kalıyor. Stilo manastırında boş vakitlerini okumak, bilgisini arttırmakla değerlendiren Campanella, çok geçmeden ‘bu dar ve karanlık hapishaneden’ kaçıyor. On yıl, İtalya’yı baştan başa dolaşıyor. Venedik’te Galile’yle, daha birçok tarihçi ve filozofla tanışıyor. Uğradığı yerlerde, alışılmış düşüncelerle, kör inançlarla savaşıyor. İtalya’nın hemen bütün büyük kentlerini gördükten sonra, savaşkan ve kararlı, Stilo’ya dönüyor.
Campanella’nın hayat dramı burada başlıyor. 1600’larda bütün güney İtalya, İspanya’nın bir sömürgesi haline gelmişti. Özellikle Calabria bölgesi, din adamlarının elinde daha da yoksullaşmıştı. Bir yandan engizisyon vahşeti, bir yandan yoksulluk, toplumsal isteklere yol açmaktaydı. Kültür merkezleri olan kitaplıklar ve akademiler kapatılmıştı. Serbest düşünce manastırlarda barınabiliyordu ancak.
Yurdunu ispanyol boyunduruğundan kurtarmayı düşünen campanella bir ayaklanma tertiplemeye başlıyordu. Ama, ayaklanma önceden haber alınarak önleniyor ve bir Türk gemisine kaçmak üzere anlaştığı bir kayıkçıyı bekleyen campanella bir kulübede yakalanarak Napoli’ye götürülüyor. Atıldığı hapishanede korkunç işkencelere uğruyor.
Campanella’nın hapis hayatı 1626’da sona eriyor. İspanya kralı Philip’in ölümünden sonra(1621), papa Urbanus’un beş yıl süren çabasıyla serbest bırakılıp Roma’ya gidiyor. Çok geçmeden, pusuda bekleyen düşmanlarının saldırısına uğruyor ve Fransız elçisinin yardımıyla Fransa’ya kaçıyor. Kardinal Richelieu ve Louis’den yakınlık ve yardım gören Campanella ömrünün geri kalan kısmını Paris’te dominken manastırında sessiz ve rahat geçiriyor. 1639’da, yetmiş bir yaşında ölüyor.

Mikinler Tekkesi [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Mikinler Tekkesi
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
YAYIN EVİ : Can Yayınevi
BASIM YILI : 198x
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

Kitabın Konusu:
Çalıştığı işte şerefli ve dürüst davranmasından dolayı evine fazla para getiremeyen ve bunun sonucunda da ev halkının isyan ederek ailenin dağılmasını anlatıyor.

Kitabın Özeti:
Ali Rıza Bey, Altın Yaprak A.Ş.'de bir mülkiye memurudur. Kendisi fakir olmasına rağmen çok şerefli bir insandır. Karısı, onun talihine pek ağır başlı ve temiz bir kadın çıkmıştır. Ali Rıza Bey’in beş çocuğu vardır. Dördü kız biri ise erkektir.
Bir gün, kasabada ki eski arkadaşının karısıyla karşılaşır. Arkadaşı vefat etmiştir. Kızı ise evde işsiz kalmıştır. Ali Rıza Bey bu kızı kendi kızlarıyla ayırmamaktadır. Bu nedenle onu işe götürür, bu sırada patronunun eski bir öğrencisi olduğunu öğrenir. Muzaffer Bey bu kızı işe alır. Kız birkaç ay çalıştıktan sonra Muzaffer Bey’i yoldan çıkarır. Bir gün kızın annesi Ali Rıza Bey’in yanına gelir ve kızıyla Muzaffer Bey arasındaki olanları anlatır. Ali Rıza Bey olanlara dayanamayıp işten ayrılır.
Ali Rıza Bey’in oğlu Şevket çok akıllı bir insandır. Üniversiteyi bitirdikten sonra bir bankada işe girer. Artık babası çalışmadığı için evin bütün yükü Şevket’in üzerine biner. Bankada çalıştığı sıralarda Şevket’in başından kötü bir olay geçer. Evli bir kadınla ilişkiye girmiştir. Ali Rıza Bey bu olaya önce tepki göstermiş fakat sonra evlenmelerine izin vermiştir. Düğün gecesi... Ev baştan başa aydınlık içerisinde... Kapılar pencereler açılmış ikide bir caz bantlar açılmış çalıyor. O susunca neşeli kahkahalar, haykırışlar, çığlıklar...
Ali Rıza Bey’in kızları Leyla ve Necla artık evden sıkılmış ve isyan etmektedir. Büyük kızı Fikret ve küçük kızı Ayşe ise hiçbir şeye karsı çıkmamaktadır.
Eve bu yeni kadının gelmesi Leyla ve Necla’nın işine çok yaramıştır. Bu kadın çeşitli yollarla Şevket’i borca sokmuştur. Bu nedenle Şevket hapise girmek zorunda kalmıştır. Şevket iki yıl hapis yemiştir.
Leyle ve Necla babalarına karşı hiç saygı duymamaktadır. Düşündüklerini babalarına söylemekten hiç çekinmemektedirler.
Bu sıralarda büyük kızı Fikret’e bir talih çıkar ve evlenmek istemektedirler. Fikret bunun için Adapazarı’na gider. Böylece ağacın yapraklarından biri kopup gitmiş olur. Bu sırada Ferhunde de evden ayrılmış olur.
Ali Rıza Bey’in bir tek ümidi kalmıştır.
Vakit geçirmeden Leyla ile Necla’ya hayırlı birer kısmet bulup başından atmaktır. Necla bir süre Suriyeli biri ile evlenir ve Suriye’ye gider. Bu sırada Leyla çok fena hasta olmuştur. Doktor onu temiz havada bulundurmalarını istemiştir. Bu nedenle Ali Rıza Bey Leyla’yı serbest bırakmıştır. Bir süre sonra Ali Rıza Bey kızının bir avukatın metresi olduğunu öğrenir. Bu nedenle Ali Rıza Bey kızı Leyla’yı evden atar. Avukat Leyla’ya bir daire kiralamıştır ve ona bakmaktadır. Ona aylık belli bir miktar para verir.
Bu olaylar sürüp giderken Ali Rıza Bey ile Hayriye Hanım’ın araları iyice bozulmaktadır ve sık sık tartışmaktadırlar. Leyla gittikten sonra Ali Rıza Bey ile Hayriye hanım arasında büyük bir kavga kopar. Bunun üzerine ali rıza bey Adapazarı’na kızı Fikret’in yanına gider. Burada fazla kalamayacağını anlayınca on beş gün sonra İstanbul’a tekrar döner fakat eve gitmez. Bir süre sonra hastalanır ve hastaneye yatar. Bunu duyan kızı Leyla ve karısı Hayriye Hanım hastaneye koşarlar. Ali Rıza Bey taburcu olduktan sonra kızı Leyla’nın evine gider ve hayatının geri kalanını karısı ve kızı Ayşe ile sürdürür.

Kitabın Ana Fikri:
Şerefli dürüst bir babanın fazla para kazanamaması ve parasızlığa sitem olarak bunu kabullenmeyen aile bireylerinin bir bir aile bağlarını kopararak evden ayrılmaları; bunların farkında olan babanın, oğlunun ve kızının da başlarına gelen kötü olayları evdeki uğursuzluk romanın anafikridir.
Buradaki, ailedekilerin evden gidişleri de yaprağını döken bir ağca benzetilmiştir.

Kitaptaki olaylar ve şahısların değerlendirilmesi:

ALİ RIZA BEY: Elli yaşın üstünde, saçı sakalı ağarmış yaşlı biri. Şerefli namuslu evden pek çıkmayan bir insan.
HAYRİYE HANIM: 40 yaşlarında, gözlüklü, orta güzellikte biri. Ağır başlı temiz ev işleri ile uğraşan bir insan.
MUZAFFER BEY:Genç ve yakışıklı biri. Zeki çalışkan mali durumu iyi bir insan.
ŞEVKET: 20 yaşlarında babası gibi temiz iyi kalpli derslerinde başarılı birisi.
FİKRET:15 yaşlarında sosyal hayatı sevmeyen iyi kalpli bir kız.


Kitap hakkında şahsi görüş:
Eser gerçek hayattada olabilecek türden bir eserdir. Burada yoksulluğun kötü bir şey olmadığını herşeyin parayla olmayacağını bilmeliyiz. Aile büyüklerimizin sözünden çıkmamak herzaman hayat olumlu bakıp güler yüzlü olmak bu parçadan almamız gereken derslerdendir.

Yazar hakkında bilgi:
Reşat Nuri Güntekin

25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.
Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi
Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. 7 Aralık 1956’da İstanbul’da öldü.

ESERLERİ:
Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb.Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966)Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir. Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.

12 Aralık 2008 Cuma

Fatih-Harbiye [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Fatih-Harbiye
KİTABIN YAZARI : Peyami Safa
YAYIN EVİ : Ötüken
BASIM YILI : 1987
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

KİTABIN ÖZETİ:

Neriman’la Şinasi çocukluk arkadaşlarıdır. Tanıdıkları ilk karşıt cins birbirleridir. İlk başta ikisi de birbirlerini seviyorlardı. Okula beraber gidip geliyorlardı. Üniversite de bile beraberdiler. Neriman’ın babası Faiz Bey’dir ve Şinasi’yi de çok sevmektedir. Bazı geceler Faiz Bey’in evinde saz çalarlar ve sohbet ederlerdi. Herkese bir gün Şinasi ile Neriman’ın evleneceğini düşünüyordu.
Giderek Neriman Şinasi’den soğumaya başladı. Neriman oturduğu mevki olan Fatih’I, sevmemektedir. Çünkü Fatih, doğuyu, gelişmemişliği ve eskiyi temsil ediyordu. Oturduğu mahalle çok eskiydi ve evler de virane gibiydi. Bir gün Macit denilen yakışıklı, zengin ve kibar birisiyle tanışır. Macit Harbiye’de oturuyordu. Harbiye, gelişmişliği ve batıyı simgeliyordu. Macit ile bir kaç sefer Şinasi’den habersiz buluşurlar. Bir gün Macit Neriman’a balo davetiyesi verir ve baloya davet eder. Nerman baloya gitmeyi çok istemektedir. Ama gitmesi için babasının iznini almak zorundadır. Tam babasına söyleyecekken babası ona Şinasi ile evlenmesini teklif eder. Hemen reddetmez ve 2-3 ay mühlet ister. Ve bolaya Şinasi ile gitmesi koşuluyla da izin alır. Elbise için vitrinleri gezmeye çıktığında dayısının kızlarına uğrar. Çünkü dayısının kızları bu işlerde oldukça deneyimlilerdir. Eve gittiğinde bir kadının ağlamaktan harap olduğunu görür ve nedenini sorar. Nedeni kızının intiharıdır. Kızı Rus gitariste aşık olmuştur. İkisi de başta çok mutlulardır ve birbirlerini çok sevmektelerdir. Ancak çok sefil bir hayat sürmektedirler. Buda kıza tak etmiştir. Günün birinde zengin bir adamla tanışan kız genci terk eder ve adamla yaşamaya başlar. Artık balolara gidebilmekte ve her istediğini yapabilmektedir. Ancak gerçek mutluluğu bulamamaktadır. Tahsil görmüş bir kız olduğundan hakiki güzelliği armaktadır. Musiki, mutalaa ve samimiyet…Rus gencinde bunları bulabiliyordu ancak zengin adamda bunları bulamamaktadır.
Sonunda, gence dönmeye karar verir ve aramaya başlar. Büyük uğraşlar sonucu bulur ama genç kabul etmez. Kız bunun verdiği üzüntü ile evine gider ve tabanca ile kendini öldürür.
Hikayeden çok etkilenen Neriman evden izin alarak ayrılır. Kendi evine gelir ve babasına artık baloya gitmek istemediğini ve Şinasi ile evlenmeyi kabul ettiğini söyler….

KİTABIN ANAFİKRİ:
Batının tekniğini almalıyız fakat kültürünü asla.
KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN TAHLİLİ:
ŞAHISLARIN TAHLİLİ
NERİMAN: musiki okulunda okuyan, bigili fakat biraz batı hayranı bir kızdır. Eğlencelere gitmek istemektedir.
ŞİNASİ: doğu kültürünü benimsemiş, bilgili ve battı kültüründen hoşlanmayan birisidir.
FAİZ BEY : Doğunun kültürü ile yetişmiş. Kendisini ve kültürünü iyi bilen, musikiyi ve sohbeti seven, bilgil ve ölçülü birisidir.



OLAYLARIN TAHLİ
Neriman’ın Şinasi’ye olan tutum değişikliği Macit ile tanışmasından ve Şinasi’yi biraz doğu hayranı ve batı kültürü karşıtı olarak düşünmeksinden ileri gelmektedir. Şinasi’nin hiçbir zaman balolara ve eğlencelere gitmeyeceğini düşünmektedir.
Dayısının evine gittiğinde karşılaştığı manzara ve anlatılan hikaye Neriman’ çok etkilemiştir. Hikaye anlatılırken kendisini kızın yerine ve Şinasi’yi de Rus gencin yerine koyarak olayları aklında canlandırmış ve bir karara varmıştır. Anlatan hikaye Neriman’I doğru yola iletmiştir.

KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
İlk sayfadan itibaren insanı kendisine çeken, geçmişteki olaylarla günümüze de ders veren okuyan için çok yayarlı bir kitaptır. Günümüz gençlerinin de içinde bulunduğu durumu anlatması bakımından güzel bir eserdir.

YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:

Peyami Safa

(1899- 15 Haziran 1961): Yazar. İstanbul'da doğdu. Meşhur şair İsmail Safa'nın oğludur. Düzenli bir öğrenim göremedi. Kendi kendisini yetiştirdi. 13 yaşında hayata atıldı. Posta Telgraf Nezaretinde çalıştı. Öğretmenlik (1914-1918), gazetecilik (1918-1961) yaptı. Hayatını yazıları ile kazandı. İstanbul'da öldü.

Peyami Safa halk için yazdığı edebî değeri olmayan romanlarını "Server Bedi" imzası ile yayınladı. Sayıları 80'i bulan bu eserler arasında; Cumbadan Rumbaya (1936) romanıyla, Cingöz Recai polis hikâyeleri dizisi en ünlüleridir. Ayrıca ders kitapları da yazdı.

Romanları: Gençliğimiz (1922), Şimşek (1923), Sözde Kızlar (1923), Mahşer (1924), Bir Akşamdı (1924), Süngülerin Gölgesinde (1924), Bir Genç Kız Kalbinin Cürmü (1925), Canan (1925), Dokuzuncu Hariciye Koğuşu (1930), Fatih-Harbiye (1931), Atilla (1931), Bir Tereddüdün Romanı (1933), Matmazel Noralya'nın Koltuğu (1949), Yalnızız (1951), Biz İnsanlar (1959). Hikâyeleri: Hikâyeler (Halil Açıkgöz derledi, 1980). Oyunu: Gün Doğuyor (1932). İnceleme- denemeleri: Türk İnkılâbına Bakışlar (1938), Büyük Avrupa Anketi (1938), Felsefî Buhran (1939)

Korkunç Yıllar [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Korkunç Yıllar
KİTABIN YAZARI : Cengiz Dağcı
YAYIN EVİ : Remzi Kitabevi
BASIM YILI : 1986
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1. KİTABIN KONUSU:

İkinci Dünya Savaşı esnasında Sovyetler Birliğinde yaşayan Türklerin Çektiği sıkıntılar, haksızlıklar, kullanılmaları ve vatan sevgisi.

2. KİTABIN ÖZETİ:

Olaylar İtalya’da Sadık ve Cengiz’in bir akşam sohbeti esnasında doğuyor.Sadık 1930-1940’lı yıllarda Rusya’da yaşamış bir Kazak Türkü.Hayatını hatıralar adı altında bir defterde topluyor.
Sadık çocukluk yıllarında köyde yaşıyor daha sonra babasının milisler tarafından tutuklanmasıyla şehre taşınıyorlar;babasının bir kaç ay sonra serbest bırakılmasıyla da Akmescit’e taşınıyorlar.Sadık durumları çok kötü olmasına rağmen babasının ısrarları üzerine okula yazılır.(1937)
Ruslar 150 yıldır Türkleri yok etmek için her türlü yolu deniyorlardı.Önce camiiler de ezan okunmasını yasakladılar,ardından da onları yıkmaya başladılar.
Sadık’ın okuldaki en iyi dostu Süleyman’dı.Sadık doktor olmayı istiyordu fakat Süleyman subay olmanın daha önemli olduğunu savunuyordu.Bir gün Rus Ordusu mensuplarından Şişkof onları subay olarak Rus Ordusu’nda görmek istediğini belirtir.Sadık istemese de en mantıklı seçimin bu olduğuna karar verir.Şişkof onları subay hazırlama okulunda her zaman kontrol altında tutar ve her fırsatta Rusça konuşmaları için teşvik eder.
1940 yılında tankçı teğmen olarak mezun olur.
Kıt’aya gittiğinde zorluk çeker ama ailesinden aldığı mektuplar ve kardeşinin gönderdiği gazeteler onun rahatlatır.Bir gün kardeşinin yolladığı gazetelerin Rusça yazıldığını görür.Gazete adları ve harfleri değişmiştir,bu Sadık’ı kahreder.Ruslar Tatarların artık dillerine bile karışmaktadır.Süleyman’ın bu olaya fazla önem vermemesi ise onu büsbütün sinirlendirir.”Bir milletin varlığı; dili ve yurdu ile belli olur.”dese de Süleyman’ın dikkatini çekemez.Dilin ne kadar önemli bir olgu olduğunu Süleyman’a ispatlamak için o gece nöbetçi olan bir Tatar askerini yanına parolayı bilmeden yaklaşır.Nöbetçi Sadık’ın Türkçe konuştuğunu duyunca hemen silahını indirir ve parolayı söyler.
Rus-Alman Harbi başlar.Sadık savaş esnasında Almanlara esir düşer.Bir süre esir kamplarında yaşar.Orada çeşitli zorluklar çeker.Kimi haftalar bilinçsiz bir şekilde aç susuz yaşamaya çalışır.Bir gün Alman Astsubayı’nın emrinde çalışmaya başlar ve burada Almanların kendi menfaatleri için yaptıkları haksızlıkları gördükçe içi sızlar.Türkler iki ülke arasındaki savaşta eriyip gitmektedir.
Astsubayın ve karargahtaki subayların tavsiyesi doğrultusunda Almanlar kendisine casusluk teklif ederler fakat Sadık bunu kabul etmez.Bunun üzerine tekrar esir kampına gönderilir.
Kampta Türklerle aynı barakada kalmaktadır,bu onu çok mutlu eder ve bir süre sonra kararını değiştirir; Türkistan Lejyonu’na katılır ve bu sefer de Alman üniformasıyla
Ruslara karşı savaşır.

3. KİTABIN ANA FİKRİ:
Büyük küçük bütün devletlerin Türklerin varlığından rahatsızlık duymaları ;onları sindirip birbirlerinden ayırmak için dillerini yasaklamarı, kendi amaçları doğrultusunda Türkleri ateşe atmaktan çekinmedikleri anlatılmıştır.Bunun için birbirimize ve dilimize sımsıkı bağlanmalıyız, o zaman bizi bu topraklardan kimse atamaz.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Sadık:Hatıratların yazarıdır; vatanını ve dilini çok seven birisidir.
Cengiz:Hatıraları bulan kişidir
Süleyman:Sadık’ın okuldan arkadaşıdır.Üniforma sevdasıyla yanıp tutuşan bir gençtir
Şişkof:Rus Ordusu Siyasi Komiseri’dir.Sadık ile Süleyman’ı Rus Ordusu’na alır.
Vasilef:Sadık’ı çok seven bir askerdir.Sadık’ın hayatını kurtarmak için ölür.


5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap olay örgüsü ve akıcılık bakımından güzel.Konu akıcı bir dille işlenmiş, her bölümden sonra bir dahaki bölümde ne olacak diye düşünüyorsunuz ve biran önce bitirmek istiyorsunuz.Türkiye dışındaki yerlerde yaşayan Türklerin sorunlarını çok iyi bir şekilde anlatmış.Türklerin bütün olduğu ve diğer devletlerin bu denizi bölmek için yaptıkları gerçekçi örneklerle anlatılmış.

6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:


CENGİZ DAĞCI
Dünyaca ünlü roman yazarı olan Kırım Türkü Cengiz Dağcı, 9 Mart 1920’de, Yalta’da bağlı Kızıltaş köyünde doğdu.Babası , Kırım’dan sürgün edilen Emir Hüseyin Dağcı, annesi ise Fatma hanımdır.
İlkokulu Kızıktaş’da,ortaokulu Akmescit’te okuyan Cengiz Dağcı, öğrencilik yıllarından itibaren şiir yazdı.İlk şiiri,1936’da Kırım Gençlik Dergisi’nde yayımlandı.Bazı şiirleri de, Kırım Yazarlar Birliği’nin çıkardığı Edebiyat Mecmuası’nda yer aldı.1939’da Kırım Pedagoji Enstitüsü’ne girdi

İkinci Dünya Savaşı başlayınca, öğrenimini tamamlayamadan askere alınan Cengiz Dağcı,Odessa’daki subay okuluna gönderildi.1941 Haziranında Ukrayna Cephesi’nde tank teğmeni olarak savaşırken,Almanlara esir düştü.Bir süre sonra Almanlar tarafından, Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmak üzere kurulan ‘Türkistan Lejyonu’na katılarak, Ruslara karşı savaştı.Daha sonra Polonya!ya geçti.

1945-1946 yıllarında, binlerce Türkistanlı ile birlikte Türkiye’ye gelmek için müracaatta bulundu.Fakat dönemin yöneticileri bu isteği kabul etmediği için,Türkiye’ye gelemedi.Daha sonra Kızılhaç’ın yardımıyla İngiltere’ye giderek, Londra’ya yerleşti ve ticaretle meşgul oldu.

İkinci Dünya Savaşı, Cengiz Dağı’nın ruh hali üzerinde derin etkiler yaptı.Bu yüzden, savaş öncesi ve savaş yıllarına ışık tutacak tarzda, hatıra romanları yazdı.Eserlerinde, Kırım Türklerinin sıkıntı ve mücadelelerini anlattı.Bazı şiirleri1950’li yılların ikinci yarısında, Kırım Dergisi’nde yayımlandı.

Türkiye’de bir yayıncıya gönderdiği hayat hikayesinde,”Elhamdülillah türküm,Müslümancım ve notlarımda yazdıklarımın hepsinin de hakikat olduğuna yemin ederim.”ifadesini kullanan Dağcı,Türk Dünyasının bir bütün olduğunu da;”Bize Tatar diyorlar.Çerkez, Türkmen, Kazak,Azeri,Karakalpak,Çeçen,Uygur,Kabudi,Başkırt,Kırgız diyorlar.Bunlar hep yalan.Deniz parçalanamaz.Biz Türk Tatarız.Bunu senin kalbin bildiği gibi her Başkırt,her Kırgız,her Kazak bilir.Kalbinin hisleriyle hareket et.Dünyanın boş hırslarına kapılma.”sözleriyle dile getirdi.

Bugüne kadar 20 civarında roman yazan ve eserleri,Türkiye’de 1956’dan beri yayımlanan Cengiz Dağcı, Türkiye’ye hiç gelmemesine rağmen, eserlerini Türkiye Türkçesi ile yazdı.Önde gelen eserleri;Korkunç Yıllar,Yurdunu Kaybeden Adam, Onlar da İnsandı, Ölüm ve Korku Günleri, O Topraklar Bizimdi, Dönüş,Genç Temüçin, Badem Dalına Asılı Bebekler, Üşüyen Sokak, Anneme Mektupler, Benim Gibi Biri ve Yansılar.

İlesam ve Türkiye Yazarlar Birliği tarafından da ’Yılın Yazarı’ ödüllerine layık görülen Cengiz Dağcı, halen İngiltere’nin Wimbledon kentinde yaşıyor.

Beyaz Gemi [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Beyaz Gemi
KİTABIN YAZARI : Cengiz Aytmatov
YAYIN EVİ : Ötüken Neşriyat
BASIM YILI : 1991
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1.KİTABIN KONUSU : Roman, San-Taş Vadisi’nde etrafındaki beş-altı insanla yaşamak zorunda olan, dedesinden başka seveni olmayan, gerçek hayatında mutsuz olan fakat hayal dünyasında mutlu olmaya çalışan bir çocuğun psikolojisini konu almakyadır.

2.KİTABIN ÖZETİ : Çocuk San-Yaş Vadisi’nde dedesi, üvey ninesi, Orozkul, Bekey hala, Seydahmet, Gülcemal ve köpeği Beltek ile berabar yaşamaktadır. Vadide sadece üç ev vardır. İlk evde dedesi ve üvey ninesi ile çocuk;ikincide Mümin dedenin büyük kızı Bekey hala ile kocası korucubaşı Orozkul; üçüncüde ise tembel işçi Seydahmet ile karısı Gülcemal ve küçük kızları yaşamaktadırlar.Çocuk bu küçük dünyada mutlu olmaya çalışmaktadır. Hiç arkadaşı yoktur ve okula henüz başlamamıştır. En büyük zevkleri dedesinin kendisine dere kıyısında yaptığı gölette yüzmek; “Deve, Kurt, Eyer ve Tank” isimlerini verdiği kayalarıyla konuşmak; dedesinden masal dinlemek ve dağa çıkıp dedesinin dürbünüyle kasabaya, Isık Göl’e ve San-Taş Vadisi’ne daha yakından bakmaktır. Her akşam eline dürbününü alıp, dağ başına çıkar ve Isık Göl’de ancak beş-altı dakika görünüp kaybolan beyaz gemiye bakar.
Annesi ve babası onu çok küçük yaşlarda terketmişlerdir. Annesi şehirde kendine yeni bir yaşam kurmuştur. Çocuk babsının beyaz geminin kaptanı olduğuna, bir gün başı insan başı olan bir balık olup beyaz gemiye kadar yüzeceğine ve babasıyla konuşacağına inanmaktadır. Dedesi çok iyi kalpli, çalışkan,köse bir insandır. Çevresindekiler ona Kıvrak Mümin lakabını takmışlardır. Damadı Orozkul’un yanında çalışır ve onun emirlerini yerine getirir. Orozkul şişman, koca kafalı içki içmeyi çok seven, çabuk sinirlenen bir korucubaşıdır. Mümin’in kızı ve Orozkul’un karısı olan Bekey kısır bir kadındır. Orozkul bunu Bekey’in suçu olarak bilir ve her akşam içip onu döver. Orozkul arada bir arkadaşlarıyla içmeye gider ve sarhoş olunca yanındakilere birer tomruk sözü verir. Tomruğu kesip dağdan indirme, çayın karşısına geçirme ve kamyona yükleme zamanı gelince de verdiği söze pişman olur ama iş işten geçmiştir. Arada bir vadiye şehirden Maşin Mağaza” denilen içi ıvır zıvır dolu bir araba gelir. Bir gün yine Maşin Mağaza geldiğinde dedesi çocuğa bir okul çantası alır. Ertesi yıl çocuk okula başlar. Çocuk dedesinden masal dinlemeye bayılır. Her akşam artık ezberlediği “Boynuzlu Maral Ana” masalını dinler . Dedesine göre hepsi Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan gelmektedirler. Çocuk da buna inanmaktadır. Masala göre maral ana San-Taş Vadisi’ni terketmiştir ama onları sürekli korumaktadır. Mümin çocuğu her gün atıyla okula göyürüp getirmektedir. Okul çok uzaktadır ama hiç geç kalmamıştır.
Çocuk bir gün yol kenarındaki kayalarıyla oynarken San-Taş yakınlarından kuru ot almaya gelen beş-altı kamyonluk bir konvoy görmüştür. Çocuk en öndeki kamyonun peşine takılıp koşmaya başlar. Çocuğu gören şoför durur ve çocukla biraz konuşur. Şoför genç ve yakışıklı biridir. Adı Kulubeg’dir. Çocuğa dedesini tanıdığını, kendisinin de Boynuzlu Maral Ana’nın soyundan geldiğini söyler ve ayrılır.
Ertesi gün Mümin dede ile Orozkul yine dağdan bir ağaç indirirler. Bu sırada uzun zamandan beri ormanda görülmeyen maralları görürler fakat işleri olduğundan onlarla ilgilenemezler. Akşam olmuştur. Dede, Orozkul’a söyleyip çocuğu okuldan almaya gitmek ister fakat Orozkul ağacı indirmeleri gerektiğini söyleyip izin vermez. Tomruğu çaydan geçirirlerken tomruk çayda kayalara takılır. Çıkarmak için çok uğraşırlar ama çıkaramazlar. Dede vaktin çok ilerlediğini farkeder, daha fazla dayanamaz ve daha önce hiç yapmadığı bir şey yapıp Orozkul’dan izin almadan çocuğu almaya gider. Çocuk akşama kadar okulun kapısında dedesini beklemiş ve ağlamaktan gözleri şişmiştir. Dede yolda çocukla öğretmenine rastlar. Çocuğu öğretmeni eve getirmektedir. Dede öğretmenden özür dileyip çocuğu alır ve yola koyulurlar. Çocuk dedesine küsmüştür. Hiç konuşmamaktadır. Dede çocuğun gönlünü almak için Boynuzlu Maral Ana’yı gördüğünü söyler. Çocuk bu habere çok sevinir. Dedesine ormana gitmek için yalvarır fakat akşam olduğu için eve dönerler. Eve geldiklerinde Orozkul’u sabahki olaydan dolayı çok sinirlenmiş bulurlar. Orozkul o gün Bekey halayı yine dövmüştür. Çocuk evin bu durumuna çok üzülür ve yatmaya gider.
O gece müthiş bir dipi çıkar. Gece yarısı Kulubeg ve arkadaşları yolda kaldıkları için Mümin dedenin evine sığınırlar. Kulubeg ve arkadaşlarının gelmesiyle evdeki hava biraz yumuşar. Sabah kamyoncular evden ayrılırlar. Aynı gün Orozkul’un tomruk sözü verdiği arkadaşı tomruğu almak için gelir. Adı Koketay’dır. İri yapılı, esmer biridir. Tomruk ise hala önceki gün bıraktılları yerde çayın içinde beklemektedir. Tomruğu almak için Orozkul, Koketay ve Seydahmet yola koyulurlar. Dede de Orozkul’un kendini affedeceği düşüncesiyle peşlerine takılır. Orozkul kıyıda emirler yağdırırken Mümin dede, Seydahmet ve Koketay tomruğu çıkarmaya çalışmaktadırlar. O sırada çayın karşısında birkaç tane maral görürler ama işlerini bırakamayacaklarından marallarla ilgilenemezler. Biraz uğraştıktan sonra tomruğu çıkarıp kamyona yüklerler.
Çocuk o gün hastadır ve önceki gün akşamdan beri evde yatmaktadır. Akşam üzeri kahkaha sesleriyle uyanır ve bahçeye çıkar . Herkes neşe içindedir ve hepsi de sarhoştur. Dede ise et dolu bir kazanın yanına çökmüş sessizce kazanın altındaki ateşle oynamaktadır. Çocuk hemen dedesinin yanına gider. Ona seslenir fakat dede duymaz. Birkaç defa daha seslenir fakat dede hiç cevap vermez. Çocuk kötü birşeyler olduğu hissine kapılır. Az ilerde Bekey’i, Seydahmet’i,Gülcemal’i ve Koketay’ı görür. Hepsi de yiyip içmekte ve eğlenmektedirler. Çocuk önce neler olduğunu anlamaz. Avlunun dışında henüz kanı kurumamış geyik derisini, bağırsak eşeleyen Beltek’i ve elindeki baltayla Maral Ana’nın boynuzlarını kırmaya çalışan Orozkul’u görünce neler olduğunu tahmin eder. Çocuk bu korkunç manzara karşısında dayanamayıp içeri kaçar ve yorganın altına girip ağlamaya başlar. Bu arada Kulubeg’in gelip onu kurtaracağını ve Orozkul’a haddini bildireceğini hayal etmektedir. Az sonra sofra içeri kurulur. Çocuk hayalinden yine kahkahalarla uyanır. O sırada Seydahmet olanları anlatmaktadır. Çocuğun bir türlü anlam veremediği olaylar şöyle cereyan etmiştir: Tomruğu çıkardıktan sonra Seydahmet ile Mümin dede ormana çalışmaya giderler. Bu arada maralları yine görürler. Seydahmet onları vurmak ister, dede ise buna karşı çıkar. Seydahmet dedeyi dinlemeyip maralların peşine düşer. Dede de Seydahmet’in arkasından gider. Seydahmet maralları vuracaktır ama sarhoş olduğu için nişan alamaz ve tüfeği dedeye verip maralları vurması gerektiğini, vurmazlarsa kaçıracaklarını ve Orozkul’un dedeyi affetmeyeceğini söyleyip dedeyi kandırır. Dede ise maralları vurursa Orozkul’un onu affedeceğini ve herşeyin düzeleceğini düşünerek marallardan birini istemeye istemeye vurur.
Çocuk bunları duyunca çıldıracakmış gibi olur ve dışarı kaçar.Dedesini yerde toz toprak içinde yatarken bulur. Ona birkaç defa yine seslenir ama dede yine duymaz. Olanlara dede kendi de inanamamaktadır. Çocuk dedesinden bir tepki alamayınca balık adam olup babasına ulaşacağını düşünerek koşar ve kendini dereye atar. Hızla akan su çocuğu alıp götürür fakat çocuk hiç bir zaman balık olmayacaktır.

3.KİTABIN ANAFİKRİ : İnsanları güçsüz ya da hoşgörülü oldukları için ezmeye çalışmamalı ve küçük çıkarlar uğrunda doğaya zarar vermemeliyiz.

4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :

a.OLYLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ : Romanda olaylar belli bir sıra dahilinde anlatılmamış; atlamalar yapılmıştır. Buna rağmen okuyucu olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlanmamaktadır. Kitaptaki olaylar genelde bir-iki kişi arasında yaşanmış küçük olaylardır.Olayların tasviri iyi olduğu için okuyucu olayları kolayca hayal edebilmektedir.

b.KİŞİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ :

(1)MÜMİN DEDE : Çok iyi kalpli, yardımsever,çalışkan bir insandır. 60-70 yaşlarında köse bir ihtiyardır.Damadı Orozkul’un yanında çalışmaktadır. Vadideki üç evin birinde ikinci karısı ve torunu ile yaşamaktadır.

(2)ÇOCUK : 5-6 yaşlarında, kısa boylu, kepçe kulaklı, çirkin bir çocuktur.Hiç arkadaşı yoktur. Hayalperest ve mutsuzdur. Doğayı çok sever.

(3)OROZKUL : Şişman, koca kafalı, içki içmeyi çok seven, insanlardan ve doğadan nefret eden, sinirli,umursamaz biridir. Korucubaşıdır fakat ormana en çok o zarar vermektedir.

(4)BEKEY : Orozkul’un karısı ve Mümin’in kızıdır.Kısırdır,sabırlı ve hoşgörülü bir kadındır.

(5)SEYDAHMET : Uzun boylu, çirkin biridir.Tembeldir. Orozkul’un ve dedenin yanında çalışmaktadır. Bir karısı ve bir kızı vardır.

(6)GÜLCEMAL : Seydahmet’in karısıdır. Günlerini genelde çocuğun ninesine ve Bekey’e yardım etmekle ve kızına bakmakla geçirir.

(7)KULUBEG : Genç , yakışıklı ve güçlü bir şofördür.Mümin dede ve çocuk gibi boynuzlu maral ananın soyundan geldiğine inanmaktadır.

(8)KOKETAY : Orozkul’un arkadaşıdır. İri yapılı ,esmer tenli bir adamdır.

Romanda ayrıca çocuğun annesi, babası,boynuzlu maral ana, köpeği Beltek, kayaları “Eyer, Tank, Deve, Kurt” karakterlerinden de bahsedilmektedir ama bu karakterler hakkında çok fazla bilgi sunulmamıştır.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER : Kitabın başlığı ile içeriği arasında bence uyumsuzluk var.beyaz gemiden kitapta çok fazla bahsedilmemekle birlikte olayların beyaz gemi ile alakası yok denecek kadar az.Betimlemeler yetersiz ve akıcılık kısıtlı.Buna rağmen okuyucu olaylar arasında bağlantı kurmakta zorlanmıyor. Kişilerin fiziki özellikleri üzerinde çok az durulmasına karşın; çocuğun psikolojisi iyi anlatılmış.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ : Dünyanın yaşayan büyük edebiyatçılarından Kırgız, Türk romancısı Cengiz Aytmatov , Kırgızistan'ın Talas bölgesinde, Şeker adlı köyde 12 Aralık 1928'de dünyaya gelmiştir. Babası Törekul Aytmatov ;Annesi, Tatar Türklerinden Nagim Gamzeyova hanımdır. Çocukluk yılları 2. Dünya harbine rastlayan ve 1945'te savaşın bitmesiyle yeniden eğitim hayatına dönen Aytmatov, 1950'de Kırgızistan Ziraat Enstitüsü'nü bitirmiş bir ziraatçıdır. Ancak edebiyata olan tutkusu onu ziraatçılıktan ziyade edebiyata çekmiş ve edebiyat eğitimi almak için Devlet Edebiyat Enstitüsü'ne devam etmiştir.
Eserlerini Rusça ve Kırgızca kaleme alan Cengiz Aytmatov, eserlerinde başta Ruslaştırma politikası olmak üzere, Kırgız Türkleri'nin tabii hayatlarını, yabancılaşmayı, modernizm karşısında tabiatın tahrib edilişine kadar pek çok meseleyi eserlerinde usta bir uslübla kaleme alma başarısını göstermiş nadir sanatkarlardan biridir. Dünya çapında ünlü bir edebiyatçı olarak adına iki defa jübile yapılan (1988'de 60.yıl , 1998'de 70.yıl) , hakkında konferanslar ve sergiler düzenlenen Aytmatov, halen yazarlığın yanında Kırgızistan 'ın Lüksemburg Büyükelçiliği görevini yürütmektedir.

Kiralık Konak [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Kiralık Konak
KİTABIN YAZARI : Yakup Kadri Karaosmanoğlu
YAYIN EVİ : İletişim Yayınları
BASIM YILI : 1999
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

KİTABIN ÖZETİ :
KİRALIK KONAK
Naim Efendi çok zengin, zengin olduğu kadarda hesaplı bir kişidır. II. Abdülhamit döneminde devletin yüksek mevkilerinde bulunur. Şürayı Devlet Azası, Rüşümat Müdiri Umumisi oldu. İnkılaptan iki sene evvel dolaşık bir “TEVLİYET” (Mütevellilik) davası yüzünden istifasını verir ve Hükümet işlerinden tiksinerek bir köşeye çekilir Fakat memuriyet döneminden kalma bayramlaşma ve özel deftere imza olayını hiçbir zaman aksatmaz.
Bütün çocukluğu, bütün gençliği İstanbul ‘un en kalabalık konağında geçen Naim Efendi eğlenceli meclisleri, ahbap arasındaki sohbetleri, misafirlere ziyafetleri çok sever. Fakat öyle bir zaman yaşar ki bunların hepsi yasak Naim Efendi yeni sazdan, yeni şarkılardan zevk almak şöyle dursun, son senelerde yazılan ve konuşulan Türkçe’yi de anlamaz.
Bundan beş sene öncesine kadar karısı Nefise Hanımefendi yanı başında , rahatını huzurunu mümkün mertebe koruyordu. Zira, bu ihtiyar kadın ölünce evin içinde yalnız kalır.O öldükten sonra yerine Sekine hanım geçer; fakat Sekine Hanım hiçbir cihetten annesine benzetmez.Tabi ki babası gibi çekingen, içinde titiz, iradesiz, tembel bir kadındır;hususiyle kocasının nüfusuna ve çocuklarının arzularına son derece uyar. Kocası ise kırk beş yaşında bir züppeden başka bir şey değildir.
Naim Efendinin damadı Düyunu Umumiye Müfettişlerinden Servet Bey, Naim Efendinin saflığından yararlanarak bütün iradesini konak içerisinde istediği gibi yürütür. Servet Beyin oğlu Cemil henüz yirmi yaşında bir mektup çocuğu olmasına rağmen Beyoğlu’ndaki büyük lokantaların, gazinoların, barların sadık gediklisidir. Bu yaşında bir çok zevkleri vardır. Biraderinin küçük sırlarında vakıf olan Seniha ise son çıkan moda gazetelerinin resimlerine benzer. Körpe ince ve çolak vücudu ipek böcekleri gibi daima biçim değiştirme, başkalaşma içerisindedir.
Pazartesi günleri Seniha’nın çay günleridir. Avrupa’nın bütün kibar kadınları gibi o günleri giyinir; kuşanır ve tam beşte konağın salonunda nadir görülen bir hanımefendi vakariyle ziyaretçilerini bekler. Seniha salonun bir köşesinde iki genç kızla halasının torunu Hakkı Celis’in kendisine okuduğu şiirleri dinler, gözükür.Bu genç kendisinden iki ay küçük olmasına rağmen ve bir çok şiiri bazı mecmualarda çıkmasına rağmen ona parmakları mürekkep lekeli ve pantolonunun dizleri çıkmış zavallı bir mektep çocuğu gibi görünmekten kurtulamaz. Saat beşe henüz gelmişti ki; Faik Bey konağı ziyarete gelir. Faik Bey Cemil’in yakın arkadaşları arasındadır.. Kumral, zayıf, uzun saçları iyi taranmış bir gençtir. Küçük yaşından beri Avrupa’nın muhtelif şehirlerinde dolaşmış, oturmuş olduğu için hareketlerinde hiç sahte görülmeyen bir frenk zarafeti ve kıvraklığı vardır. Faik Bey ile Seniha arasındaki münasebetin bir arkadaşlık derecesinden fazla olduğunu genç kızın bütün erkek ve kadın arkadaşları bili verirler.
Fakat, buna da hafif bir flört manasını verirler. Zira Faik Bey, pek çapkın bir delikanlı ve Seniha, pek şuh bir genç kızdır. Günden güne aralarındaki sevgi çoğalmaya başlar. Faik Bey için Seniha’yı sevmek birdenbire vazgeçilmeyen ihtiyarlardan biri oluverir. O şimdi kumara ne kadar düşkün ise, Seniha’yı da o kadar arıyor. Seniha’ya kendini o kadar düşkün hisseder. Dört günlük bir ayrılıktan sonra sabah Faik Bey konağa gelir. Henüz herkes uykudadır. Saçları karma karışık, yüzü sapsarr. Yanaklarında üç günlük bir sakal, toz renginde bir kir tabakası vardır. Seniha ne var? Ne oldu? Demek isteyen gözlerle Faik Bey’ i süzer.Faik Bey sessiz bir şekilde hiçbir şey söylemez. Seniha daha sonra kardeşi Cemil’ den öğrendiği kadarıyla Faik Bey’ in kumarda Üç yüz elli lira kaybettiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu öğrenir. Cemil parayı Seniha’nın büyükbabasından istemesini söyler. Seniha’nın bunun mümkün olmayacağını söylemesi üzerine Cemil Seniha’nın elmaslarını rehin koymasını ister.
Seniha dolabını açtı içinden bir çekmece çıkarır. Çekmecenin içinden birkaç tane mahfaza alır ve birer birer Cemil’e uzatır.
Ve hayatında ilk defa olarak ağır ve ciddi bir şekilde düşünür, kalır. Hayat bir an içinde, ona çıplak ve en kaba haliyle görünür Bu dünyada her şey ne bayağı, ne beyhude, ne kirlidir. Bu dünyada güzellik bir hayal, sezgi bir efsane, asalet ve zerafet, insanın üstünde hafif bir ciladır. En güzel bir yüze bir iskelet ifadesi vermek için iki gecelik bir uykusuzluk, bir sevgiyi bir alışverişe çevirmek için birkaç paket iskambil kağıdı, en zarif bir adamı bir dilenciye döndürmek için üç yüz elli liralık bir borç kafidir.
Seniha kalbinin bu bir günlük imtihanından epeyce değişmiş çıkar. Aşktan evvel ki alaycı, havai, şuh ve işveli haline avdet eder.
Konağı kiraya verip kardeşi Selma Hanımefendinin yanına taşınma bahsi çıktığından beri Naim Efendi’ nin rahatı huzuru büsbütün kaçar. Selma Hanımefendinin kararı o kadar katıydır ki hiçbir mazeretle bunun önüne geçmek kabil olmaz.
NAİM EFENDİ;
“Burada doğmuşum, burada yaşamışım, ihtiyarlamışım! Nasıl bırakır giderim? Der..”
SELMA HANIM;
“Burada, fareler, örümcekler ortasında yapayalnız öleceğine, benim yanımda benim gözüm önünde ölürsün” der.
Konak, Naim Efendiyle beraber, her gün biraz daha yıkılıp gider. Zili bozulan sokak kapısı ağır bir tokmakla vuruluyor ve bir çok gıcırtılarla mustarip bir hayvan gibi sarsıla açılır.

Kitabın Ana Fikri ve Kitap Hakkındaki Genel Değerlendirme :
Kiralık Konakta Osmanlı İmparatorluğunun çöküş dönemindeki toplumsal nedenler dile getirilir.
Kiralık Konak İmparatorluğun çöküş çanlarının kulak yırtan sesleri içinde, kuşaklar arasındaki değişen değer yargıların buna bağlı olarak da yaşam biçimlerinin çelişkisini sergileyen bir romandır.
Seniha – Faik – Hakkı Celis üçgeni romanın yapısının iskeletidir. Toplumsal rüzgarların savurduğu bu insanlar birer yaprak gibi uçuşuyorlar, hiç toprağa düşmüyorlar. Kiralık Konaktaki kahramanların ortak özelliklerinden biri de düşün-dükleri, ettikleri dünya ile gerçek yaşamları arasındaki bağlantısızlıklardır. Onlar için yaşamın her gerçeği birer beklenmeyen darbedir.
Konağın dağılıp satılığa çıkarılmasıyla biten roman bir zümrenin çöküntüsünün üç kuşaklık hikayesidir.

Sahsi Görüşler:Açık ve sade bir dille bir çöküşü en iyi şekilde anlatan ve sürükleyici bir eser.



Yakup Kadri Karaosmanoğlu(27.3.1889-13.12.1974)
Yazarımız; 27.3.1889 yılında Kahire’de doğmuştur.Yazı hayatına Fecriati topluluğunda romantik-realist hikaye ve mensur şiirle başlayan(1909); deneme,makale,oyun,monografi
ve anı türlerinde eserler bırakmış olan Yakup Kadri, yaygın şöhretini romanlarıyla sağladı.Ölümünde Anadolu
Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı bulunuyordu.Cenazesi İstanbul’a
getirildi,Beşiktaş’ta Yahya Efendi Mezarlığı’na gömüldü.



ESERLERİ
Hikaye Kitapları; Nesir ve Yazıları
Bir Serencam(1913) Erenlerin Bağından(1022)
Milli Savaş Hikayeleri(1947) Kadınlık ve Kadınlarımız(1923)
Hikayeler(1985) Ergenekon(1929)
Romanları; Okun Ucundan(1940)
Kiralık Konak(1922) Alp Dağlarınan ve Miss Chalfrin’
Nur Baba(1922) in Albümünden(1942)
Hüküm Gecesi(1927) Monografi;
Sadom ve Gomore(1928) Ahmet Haşim(1934)
Yaban(1932) Atatürk(1946)
Ankara (1934) Anı;
Bir Sürgün(1937) Anamın Kitabı(1957)
Panorama(1953/54) Vatan Yolunda(1958)
Hep O Şarkı(1956) Gençlik ve Edebiyet Hatıraları(1969)
Oyun; Zoraki Diplomat(1955)
Tiyatro Eserleri(1984 Politika 45 Yıl(1968)

Adı Aylin [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Adı Aylin
KİTABIN YAZARI : Ayşe Kulin
YAYIN EVİ : Remzi Kitabevi
BASIM YILI : 1999
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

KİTABIN KONUSU:
Aylin adlı bir kadının yaşamöyküsü.

KİTABIN ÖZETİ :
Aylin, Amerikan kız kolejini bitirdikten sonra, eğitimini tamamlamak üzere Paris’e gider; bundan sonraki yaşamını bir uçtan diğer uca, baş döndürücü bir hızla akarak geçer, Libyalı bir prensle evlenir, Prenses olur. Tıp okur, ünlü bir psikiyatrist olur. Tekrar tekrar evlenir, ama evliliklerinden sıkılır, Amerikan ordusuna Albay rütbesiyle Subay olur...
İşte bu kitap, kökleri Giritli Deli Mustafa Naili Paşaya kadar uzanan bir ailenin kızı olan Aylin DEVRİMEL ‘in fırtınalı yaşamının öyküsüdür.
Lise yıllarında uzun boylu ve sıska bir kız olan Aylin zamanla güzelleşmiştir . Bir- gün Esma teyzesinin daveti üzerine Paris’te bir otelde buluşurlar.Otelde prens olduğu söylenen bir Arap’la tanışır ve bu tanışmanın sonunda prensle görkemli bir yaşantı için evlenir, prenses olur. Ancak herşey düşündüğü gibi gitmez.Prens Senusi doğu kültürü ile yetiştiği için bazı davranışları,batı kültürü ile yetişen Aylin’e ters gelmektedir. Zamanla Aylin’in özgürlüğünü kısıtlar.Evliliği büyük bir kaçışla son bulur.Yaz sonunda Aylin, ablası Nilüfer’le Cenevre’ye gider. Yaşamının ideali olan tıp okumaya karar verir ve büyük uğraşlar vererek Neuchatel Üniversitesi’ne kayıt yaptırır. Okulun ilk yıllarında hayatında çok büyük değişiklikler yapar, ihtişamlı hayatından sıyrılır, sade bir öğrenci olur. Tek hedefi olan tıp fakültesini bitirmek için çok çalışır, daha sonra fizik ve kimya derslerinde yardımcı olan Jean-Pierre ile evlenir. İki öğrencinin bu evliliği zaman içinde Aylin’in dış görüntüsünü olduğu kadar iç dünyasını da değiştirecektir. Aylin Jean-Pierre ile birlikte yaşadığı günlerde tıp ilmi ile yakından tanışıp ufkunun penceresini,o zamana kadar hiç bilmediği yepyeni bir dünyayı ardına kadar açacak, peşinden koştuğu gerçek zenginliğin dış dünyanın görkemli vitrinlerinde değil de insanlığın iç aleminde bulunduğunu öğrenecektir. Okul sonunda Jean-Pierre Nos Alamus’taki nükleer araştırma merkezinden geri çeviremeyeceği bir teklif alır. Aylin de New Rachel Hospital Medical Center’dan teklif alır ; onların birbirlerine karşı olan sorumlulukları artık biter, müşterek hayatları bir yol ayrımına girer. Ellerinde bu evlilikten altı yıllık sağlam bir dayanışma ve derin dostluk duyguları ile dopdolu gençlik anıları kalır sadece.
Aylin çok ciddiye aldığı bu işine büyük bir heyecanla başlar. New Rachel’de tanıştığı Afganistanlı genç meslektaşı Azim’in karısı 11 yaşından beri arkadaşı olan Zeynep Tarzı çıkar. Aylin, Zeynep ve Azim ile gittiği Afgan sefahati kokteylinde Paswak adındaki Birleşmiş Milletlerin Afgan esiri ile tanışır. Paswak evli olmasına rağmen Aylin ile arasında duygusal bir bağ oluşmuştur. Aylin o yılı aklı beş karış havada geçirir. Bütün vakitlerini beraber geçirirler. Paswak’ın bu yüzden önce Wall Dame’nin Birleşmiş Milletler genel sekreterliğine daha sonra 1974 yılında Hindistan sefirliğine tayini çıkmıştır.
Aylin kaderin ağlarını onlar için giderek daha çileli iplerle örmekte olduğunu nihayet görmeye başlar; ya sevdiği adamın peşinde dünyayı adım adım dolaşacak ya da mesleğini ön plana alacaktır. Tam meslek uğruna değmez derken hastanede psikiyatri bölümü şefliğine terfi eder. Sonunda Aylin’in sağduyusu aşkına galip gelir. Aylin gönlü yaralı bar kuşunu çok kısa bir süre oynar, sonra toparlanır ve işinin başına döner. Arkadaşı Azim’in vasıtası ile kendi meslektaşı olan Michel Radomisli ile tanışır. Michel’i çok etkileyici bulmadığı halde evliliğe giden ilk adımları Michel’in evinde atarlar. Daha sonra Aylin bu evlilikten deliler gibi çocuk istemeye başlar. Aylin’in bu isteğine karşılık Michel dinine ve geleneklerine çok bağlı olduğunu doğacak çocuğun Yahudi kültürüne göre yetiştirilebileceğini söyler fakat Aylin bunu bile sorun etmez, dinini değiştirmeyi göze alır. Aylin’e göre insanları dinlerine, ırklarına ve dillerine göre ayırmak çok saçmadır. Ona göre insan, insan olduğu için çok değerlidir. Onun insan sevgisini bir din veya ırk engelleyemez. Aylin çocuk yapma isteğinden 6 düşük yaptıktan sonra vazgeçecektir.
Aylin meslektaş olduğu Michel ile her an beraberdir.İşyerleri bir, evleri bir kısacası bütün zamanları birlikte geçer. Belli bir süre sonra birbirleri ile bu kadar çok birlikte olmaları Aylin’i çok sıkar. Gün geçtikçe birbirlerinden koparlar ve birgün Aylin kocasına haftanın belirli günlerinde birbirlerine izin vermelerini ,bugünlerde değişik insanlar ile çıkabileceklerini ,bunun sonucunda da diğer insanlarda görecekleri eksiklikleri kendilerinde tanımlayıp, birbirlerine ölümsüz sevgi ile bağlanabileceklerini açıklar. Fakat düşünülen olmaz. Aylin yurt dışında olduğu günlerden birinde Michel bir arkadaşının evinde Barbara adında bir bayanla tanışır ve bu tanışma evliliklerinin sonunu getirir. Aylin sıkıntılı bir zamanında vardığı karar sonucunda kocasını kaybettiği için hem üzgün hem de suçluluk duygusu içerisindedir. Bu sıkıntı ve üzüntü uzun sürmez.Her şeyi bir kenara bırakıp mesleğinde ilerler fakat bu ilerleme bile onu tatmin etmez. Bir süre sonra Amerikan ordusuna katılarak Körfez Savaşı’nda ruh sağlığı bozulan hastaları tedavi eden doktor olmayı düşünür.Bu nedenle Oklahoma’ya Körfez Savaşı’nda zarar görmüş askerleri tedaviye gider.
Aylin Üniformasını ilk kez 1992’nin soğuk bir Ocak gününde giyer. 9 Kasım 1992’de ordunun fiziksel aktiviteler sınavını yüksek bir puana kazanarak başarı sertifikası alır. Aylin ordudaki görevinde yine işine devam eder, hastalarına çare bulmaya çalışır. Birgün kendisine yeni bir hasta verilir. Bu kez hasta Körfez Savaşı’ndan sonra geldiği sivil hayata uyum sağlayamıyordur. Bunun sonucunda da hiçbir suçu olmayan bir çok sivili katletmiştir.
Aylin bu hastası üzerinde çalışırken Amerikan ordusunun askerlerini cesaretlendirmesi için verdiği ilaçların yan etkisi sonucu hastanın bu duruma geldiğini saptar ve bu sonucu bir tez halinde askeri yetkililere bildirir. Aylin’in verdiği bu sonucu askeri yetkililer daha önceden bildiğinden Aylin’in bu olayın üstüne gitmemesini isterler ve onu uyarırlar. Aylin bu sessizliği sindiremeyerek sözleşmesinin bitmesinin ardından Albay rütbesindeyken ordudan ayrılır.
Ordudan ayrılmasından sonra 19 Ocak 1995 Perşembe günü evinin bahçesinde o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından kendi arabasının altında ölü bulunur. Zengin, ünlü ve saygın insanların yaşadığı mahallede yerel polis ve yerel yöneticiler mahallenin adını polisiye bir olaya karıştırmamak için dosyayı apar topar denebilecek bir hızla kapatırlar. Teşhis ise “Freak Accident” yani garip bir kazadır.
“... Yükseltilmiş sahnede kapağı açık maun bir tabut durmakta, uzun bir sıra oluşturan insanlar tabutta yatan albay üniformalı Amerikan subayını selamlayıp içlerinden dua veya veda ederek tabutun başından ayrılınca yanan yürekleriyle gelip salondaki koltuklarda yerlerini almaktadırlar. Herkes etrafa hakim olan ordu düzeninin saygınlığını kutsar gibi sessizce ağlamaktadır ... Katafalkın üstünde dört bir yanı rengarenk çiçeklerle donanmış tabutta yatan kişi, bir askerden çok, oraya bir film çekimi için öylece uzanıvermiş bir Hollywood yıldızını andırmaktadır. Bu albay üniformalı Amerikan subayı bir Türk kadınıdır.
.
KİTABIN ANAFİKRİ
Anı yaşamak gerekir.Zevk alınabilecek herşey o an yapılmalıdır.Daha sonra çok geç olabilir.Hayat an an yaşanmalı.Ama anı yaşarken de tedbiri elden bırakmayıp olacak ya da olabilekcek olayları hesaplamak gerekmektedir.

KİTAPTA YER ALAN KARAKTERLER
AYLİN RADOMİSLİ:Kitapta yaşamı anlatılan kişi.
LEYLA DEVRİMEL:Aylin’in annesi.
CEMAL DEVRİMEL:Aylin’in babası.
NİLÜFER GÜLEK:Aylin’in ablası.
AZİZ TANRISEVER:Nilüfer’in ilk eşi.
KASIM GÜLEK:Nilüfer’in son eşi.
TAYİBE:Nilüfer’in kızı.
HİLMİ BAYINDIRLI:Aylin’in dayısı.
PRENS BEN TEKKOUK:Aylin’in ilk eşi.
POLAT SARAN:Aylin’in evliliği sırasında ilişki yaşadığı kişi.
JEAN-PİERRE:Aylin’in ikinci eşi.
PASWAK:İkinci evliliği sırasında ilişki yaşadığı kişi.
MİŞEL RADOMİSLİ:Aylin’in üçüncü eşi.
NURİ:Uşak.
JOSEPH CATES:Aylin’in son eşi.
LAURİE KRAUS:Aylin’in hastası.
IRENE:Aylin’in hastası.
RAHİBE NANCY:Aylin’in hastası.


KİTAP HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİM:Gerçek bir yaşamöyküsünü anlattığı için sürekleyici bir özelliği var.Birkaç kişinin yaşayabileceği olayları kendi yaşamına sığdırmaktadır Aylin.Aklına koyduğu şeyleri ,sonucunu fazla düşünmeden gerçekleştirir ve bunların bedelini zaman zaman ağır ödemektedir.Bu nedenle kitapta fazlaca olay yer almaktadır.Bu da okuyucuyu olayların başlangıcı açısından merakta bırakmaktadır.Bu durum kitaba okuyucuyu sıkmayan ve kısa zamanda bitirilebilen bir kitap özelliği kazandırmaktadır. Anlamı bilinmeyen sözcük sayısı yok denecek kadar az.Bu da kitabın akışını engellemeyen bir özellik olarak kitaba pozitif bir özellik kazandırmaktadır.Yalnız kitapta hep Aylin’in haklı olduğu gibi bir düşünce uyanmakta.Aslında onun da haksız olduğu birçok durum bulunmaktadır.Bu nedenle Aylin mükemmele yakın bir insan gibi gösterilmiş.Sanki dünya onun etrafında dönüyor,hayatında yer alan diğer kişiler de figüran rolünde yer alıyor gibiler.Bunların dışında kusur olarak pek birşey göremiyorum kitapta.Özellikle şunu eklemeliyim ki bu kitap okunması gerekenler arasında.Çünkü Aylin pek az kişinin yapabileceği birşeyi yapmış.Yani kendi yaşamına bir değil, birkaç yaşam sığdırmış.Keşke hepimiz onun yapabildiğini biraz da olsa yapabilsek.

KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ: Arnavutköy Amerıkan Kız Koleji Edebiyat Bölümünü bitirdi.Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı.Uzun yıllar televizyon,reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı.1976 yılında , Anarşistler, Rusya Ayaklanıyor(1905 ihtilali); Kayzer’in Almanyası,Bir İmparatorluk Çöküyor (Habsburglar’ın sonu); Amerika Sahnede (Roosevelt dönemi) adlı kitapları , Millliyet yayınlarının “20. Yüzyıl Dosyası “ için Türkçeleştirildi.1984 yılında ilk öykü kitabı Güneşe Dön Yüzünü yayımladı.1986’ da “Gülizar “adlı öyküsünü Kırık Bebek adıyla senaryolaştırdı ve bu sinema filmi, yılın Kültür Bakanlığı Ödülü’ nü aldı.1989’da , sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği Ayaşlı ve Kiracıları adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği’nin “En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü’nü kazandı.1996’da Münir Nurettin Selçuk’un yaşam öyküsünün anlatıldığı Bir Tatlı Huzur adlı çalışması yayımlandı.

Damga [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Damga
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
YAYIN EVİ : İnkılap ve Aka
BASIM YILI : 1985
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

KİTABIN KONUSU:Aşık olan bir delikanlının sevdiği kız uğruna hayatı boyunca hırsız damgasına vurulması ve bundan dolayı gelişen olayları anlatır.

KİTABIN ÖZETİ:
İffet hep abisinden farklı olmak ister.Bunu ilk anlayan Mahmut Efendi İffet’I hep Muzaffer’den ayrı sever.İffet , Kamiyap Kalfa sayesinde haftada iki gün Paşa babasından habersiz mahalle okuluna gider,oradaki çocuklarla arkadaşlık eder. Yazları ise Karamürsel’de Damlacık Çiftliğinde oturan Hatice halasında geçirir.Burada geçirdiği iki ay onun için çok farklıdır.Özellikle halasının anlattığı hayaletli değirmen öyküsünden çok etkilenir.Bu hikayede; “birbirini çok seven Fatma ve İsmail,İsmail’inaskere gitmesiyle ayrılırlar.Fatma İsmail’I iki yıl bekler ama çevresi ndekiler İ smail’in Yemen’e gittiğini ve oraya gidenin yaşama ihtimalinin çok az olduğunu söyleyerek Fatma’yı Gaffar Ağa’ya verirler.A radan zaman geçtikten sonra İsmail Yemen ‘de n döner ve Fatma ‘nın evlendiğini öğrenir. Yalnız ikisi de hala birbirlerini çok sever.Bunun üzerine geceleri değirmende buluşmaya başlarlar.Birgün basılmak üzereyken İsmail ,Fatma’nın namusunu kurtarmak için değirmenden kendisini soğuk sulara atar ve ceseti bile bulunamaz.
İffet bu masaldan çok etkilenir ve bu masal ona seevilen kadın için kendini feda etmeği öğretir.
İffet büyür,abisi hünkar yaveri olur ve sırma kordonlar takar.İffet’ babası idadi mektebe verir. İffet’in mektepte hürriyetçi ve meşrutiyetçi bir Celal Abisi vardır.Celal’I çok seviyor ve duygularını saklamayıp açıklıkla savunduğu için saygı duyar.Yalnız okulda ki bir öğretmeninin ihtilal ve meşrutiyetten söz etmesi üzerine tevkif edilmesi İffet'i’ okuldan ayrılmasına neden olur.
Kısa bir zaman sonra Meşrutiyet ilan edilir ve İffet’in abbası Halis Paşa görevden atılır.Midilli’ye sürgün edilir.İffet’te babasıyla iki buçuk yıl Midilli’de yaşar .Babasının vefatından sonra İstanbul’a dönerve muallim olarak bir evde çalışır.Evin sessiz ve güzel hanımı olan Vedia Hanım ile arasında bir ilişki doğar.Geceleri deniz kenarında buluşurlar.İffet her gece kayıkhane harabesinde Vedia’yı bekler.Vedia onbeş yaşında ki kız çocukları gibi ihtiyatsız davranırve bir gün yakalanma ihtimali bile akıllarına gelmez .İffet Vedia’a “Damlacık”taki su değirmeninin masalını anlatır.Bir köy delikanlısının sevdiğini ele vermemek için yaptığı fedakarlığınıbir gün kendisinin de yapabileceğini söylerdi. Bir gün yine ihtiyatsızca davranırken basılırlar ve İffet aynen değirmende ki masalda ki gibi sevdiği kadının namusunu kurtarmak için hırsız damgası yapar.
Değirmendeki nasal en sonunda İffet’in başına gelir.Sevdiği kadın uğruna kendisi hayatı boyuncahırsız damgasına vurulur.Zorla haneye tecavüz ve hırsızlık suçlarından dolayı altı ay hapse mahkum olur.Celal’in sayesinde iyi bir koğuşa verilir.
Bir mayıs günü Vasif Efendi ile hapisten çıkar.İffet dışarıda kendini iyi hissetmez.Ne yapacağını şaşırır.Bir kaç gün tanıdıklarında kaldıktan sonra ucuz bir oda kiralar.Hapisten çıktıktan sonra Celal ,İffet için yalnız bir arkadaş değil ,adeta bir baba olmuştur.İffet’in Hatice Halası kadar çok sevdiği bir Fahriye Yengesi vardır.Birgün Muzaffer’den yengesinin durumunun iyi olmadığını haber alır ve zorunlu olarak Fahriye Yengesi’ni görmeye gider,Fahriye Yenge onu çok iyi karşılar ve bir istekte bulunur:”400 bin lirasını bankaya yatırmasını ister”İffet çok şaşırır.Çünkü, kendi abisinin bile kendisine güveni kalmamıştır.İffet bu parayı çaldırma korkusuyla bankaya yatırır.Böylelikle İffet’in kendine güveni gelmeye başlar.Celal ,İffet’e iş bulur.Görüşmek iççin giden İffet ilk iş görüşmesinde büyük bir ümitsizliğe kapılır.Kendisinden istenen gümrükten ,eşya çıkarmasıydı .”Yarın gelirim “diye mağazadan ayrılır.Ama bu olayın tesiri günlerce üstünden atamaz,namuslu bir iş bulmakta ki ümidi giderek azalır.
Yaz bitiyorduve İffet hala iş bulamaz.Elinde ne varsa satar ,bazı geceler aç yatardı.Ev kirasını ödemek için en son babasının yadigarı olan altın saati bile satar. En sonunda Celal ,İffet’e Hukuk-I Milliye gazetesinde iş bulur.İffet bundan çok mutlu olur ve yorulmadan çalışmaya başlar.Çevresindekiler artık rahatsız olmaz çok kısa zaman sonra gazete bütün İffet ve arkadaşlarıTelgraf Gazetesi ‘nde çalışmaya başlar.Fakat kısa zaman sonra Telgraf gazetesinden de ayrılır,yine aç ve açıktadır.Celal geçinemeyip Konya’ya gider.İffet ayda bir Muzaffer abisinin gönderdiği parayla ev kirasını öder.
Birgün sokakta yürürken Celal’e rastlar.Celal Konya’da avukatlık görevinden ayrılıp,ticarete başlar ve İffet’e de kendi şirketinde bir iş verirBundan sonra İffet’in işi şehirler arası yolculuklarda mal taşımaktır.İffet yeni yüzler ,yeni insanlar tanıdıkça hayata bağlılığı artmakta yaptığı işten memnun kalmaktadır.Yolda gördüğü insanlara yardım etmekte ve ihtiyaçlarını karşılar.Yine kötü hava şartlarında İzmir’den İstanbul’a hareket eder. Tren Afyon’da hareket edemez duruma gelir.Dışarı çıkar ve kendisinden hasta annesi için yardım isteyen Rana ‘ya yardım eder.Rana masum ve çocuksu bir kızdır.İffet Rana’dan çok hoşlanır,yalnıuz yediği damga yüzünden Rana’dan uzaklaşır.
İffet uzun süre sonra Hocası Mahmut Efendi’yi görmeye gider.Mahmut Efendi’nin eşi ölmüş kendisine gelini bakar.Mahmut Efendi ile uzun uzun konuşurlar,eski hatıraları anarlar.Gece Mahmut Efendi’den ayrıldıktan sonra sokakta kavga eden bir kadın ve erkekle karşılaşır.Adam kadını hırsızlıkla suçlarve polise götürmekle tehdit eder.İffet ,bu kadını görünce Rana aklına gelir ve bu kadının masum olduğunu ,kendisi gibi damga yediğini düşünerek ,onu kendi himayesi altına almayı düşünür.Adama para vererek kızı kurtarır.Yalnız kadın hiç düşündüğü gibi çıkmaz.Bir geceyi beraber geçirdikten sonra kadın ayrılır ve İffet’in duyguları yine incinir.
Muzaffer Ağabeyinden gelen telgraf İffet’in moralini yükseltir.Telgrafta ev ve yatırımlar hakkında ki mahkemeyi kazandıkları yazar.İffet İstanbul’a döner ve eline epeyce para geçer.İstanbulda iyi bir malikane alır.Yanınada Mahmut Efendi öldükten sonra tek başına kalan gelini ve torununu allır.Eline para geçtikten sonra eski akrabaları ile tekrar görüşmeye başlar.
Birgün İffet Beyoğlu’nda dolaşırken Vedia’ya rastlar. Hiçbir şey olmamış gibi iki çift karşılıklı konuşurlar .İffet tekrardan Vedia’ya karşı duygular hisseder.Yalnız Vedia tekrardan İffet’le olmak istemez.


KİTABIN ANAFİKRİ:Seven insanın gözünün kör olduğunu,bir anlık düşüncesiz hareketlerle kendi hayatını mahvedeceğini anlatır.

KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
İFFET: O lay kahramanıdır.
MUZAFFER:İffet’in abisidir.uyuşuk,tembel,miskin,kibirli biriydi.
MAHMUT EFENDİ:İffet ve Muzaffer’e haftada iki gün ders verirdi .
HATİCE HALA:İffet’in halasıdır,elinde iki kız çocuğuyla dul kalmış ve Karamürsel’de yaşıyor.
HALİS PAŞA :İffet’in babasıdır.
CEMAL KERİM BEY:İffet’in çocuklarına ders verdiği mebustur.
VEDİA HANIM:Cemal Kerim Bey’in ikinci hanımıdır.
ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
İnsanın yaşamı boyunca başından geçen olayları çok sade ve akıcı bir şekilde anlatan yazar tasvirlerden yararlanmış.Kullandığı eski Osmanlıcayla hikayeye güç kazandırmıştır.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
Reşat Nuri GÜNTEKİN
XXyy.roman,hikayeveoyunyazarlarından
Doğum/Ölüm: 25 Kasım 1889 - 7 Aralık 1956
Doğum Yeri: İstanbul
Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da eklediYazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. Eserlerinin tam listesi için şu broşüre bakınız: Türkan Poyraz – Muazzez Albek, Reşat Nuri Güntekin (Ankara, 1957)
Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb.
Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir. Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.
Hayatı, sanatı ve eserleri üzerine bir tanıtma kitabı, Muzaffer Uyguner’indir. (Varlık yay;1967). İbrahim Zeki Burdurlu’ nun Romanıyla Reşat Nuri Güntekin (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971) kitabını Birol Emil’ in Reşat Nuri Güntekin’ in Romanlarında Şahıslar Dünyası (1984) adlı doçentlik tezi izledi.

Martı [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Martı
KİTABIN YAZARI : Richard Bach
YAYIN EVİ : Beyaz Yayınları
BASIM YILI : 1987
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1.KİTABIN KONUSU:
Martı, bir kuşun hiçbir şeyin onu caydıramadığı o devirde zorluklarla mücadele etmesidir. Hiç düşmemeyi değil, her düştüğünüzde ayaklarınızı daha sıkı basarak ayağa kalkabilmeyi öğreneceksiniz bu kitapta.

2.KİTABIN ÖZETİ:
O zamanlar martı Jonathan'in hayatini anlatan bir roman olarak okudum. Martı Jonathan diğer martılardan daha yükseklere uçmayı, dah derinlere dalıp en leziz balıkları avlamayı hedeflemiştir kendine. Ve her seferinde de bunu gerçekleştirip kendisine daha yüksek, daha derin hedefler seçmiştir. Richard Bach, herkesin bir hedefinin olması gerektiğini ve her seferinde bir öncekinden daha iyi hedefler seçmemiz gerektiğini, mutluluğumuzun bu olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Bach,özgürlük,direnç ve umut kavramlarını bir martının kanatlarına bindirirken,umutsuzluk ve boşluk içinde günlerini geçiren insanların serüvenlerini nasıl da ustaca ortaya koymuş.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Özgürlük,direnç ve umut kavramlarını bir martının kanatlarına bindirirken,umutsuzluk ve boşluk içinde günlerini geçiren insanların serüvenlerini nasıl da ustaca ortaya koyuvermiş.Hayata dair umutları ve planları olan arkadaşlar için mükemmel bir kitap.Martı arkadaşlarına harika bir örnek olan Jeneten sizlerede güzel bir örnek olacak.


4.KİTAPTA OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Jonathan: Kendini hayata adamış,zorluklar karşısında yılmamış ama oldukça yıpranmış bir genç.
Mıchele: O da Jonathan ile birlikte hayata göğüs gerdi ama bunlarla çok fazla başa çıkamayıp öldü.
Stephan: Stephan, Mıchele aşık olmuştur fakat o da kendini Jonathan’a kaptırmıştır.
5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Martı Jonathan'ın hayata atılışını anlatan bir hikaye kitabı.Yer yer resimlerle süslenmiş.Okuması zevkli dili sade.Bir martının isteklerini yerine getirme mücadelesine bir bakabilirsiniz.


6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
27 Mart 1889’da Almanya’da doğdu.1913’te ilk hikaye kitabını çıkarır.13 Aralık 1974’te İtalya’da’ öldü. Eserleri : Nostradamus 16.yy’da yaşamış bir kahindir. Kendisi aynı zamanda tıp doktorudur. Çağının en büyük belası olan vebaya karşı o zamanın şartları altında büyük başarı göstermiştir. Nostradamus kehanetlerini yaparken sadece geleceği görebilme yeteneğinden değil daha bilimsel yöntemlerden yararlanmıştır. Bunlar da çağının en kabul gören yöntemleri olan astroloji ve simyadır

Sodom ve Gomore [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Sodom ve Gomore
KİTABIN YAZARI : Yakup Kadri Karaosmanoğlu
YAYIN EVİ : İletişim Yayınları
BASIM YILI : 1984
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1.KİTABIN KONUSU:
İstanbul’un işgali ve İsatanbul halkının işgale karşı tutumu kitapta anlatılıyor.

2.KİTABIN ÖZETİ:
Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermiştir.Osmanlı İmparatorluğu da bu felaketten payını almış ve ülkenin heryeri kargaşa içindedir. 1921’lerin İstanbul’u,İngilizler şehri şigal etmiş ve saray buna sesiz kalmıştır. İstanbul,Anadolu’dan kopuk ayrı bir dünya gibidir.Tıpkı Sodom ve Gomore gibi.Tanrının naletlediği şehirlerden ikisidir. İstanbul kızları İngiliz subaylarıyla beraber olmaktan gayet mutludurlar. Leyla’da bunlardan biridir.Bu nazik kızlarımız Kuvayi Milliyetçileri yabani dağ insanı olarak görmekte,hatta tiksinmektedirler.Leyla’ya aşık olan Necdet ise bağımsızlıktan umudunu kesmiş,olaylara sadece seyirci kalmıştır.Sevdiği kızın işgalci subaylarla olan yakınlığını görür fakat görmezden gelir,hatta o da bu subayların çevresinde oluşan yüksek sosyeteye katılır.Oysa Necdet’in arkadaşı Cemil bir şeyler yapmak gerektiğini düşünür ve Kuvayi Milliyecilere katılır ve sonunda şehit olur.Fakat o değeri bilinmez insanlardandır,vatan o ve onun gibilerinin kanlarıyla hayat bulmuştur.Vatanın ayakları aslında bağımsızlık savaşında ayaklarını yitiren gazilerimizindir.Onlar her bir uzuvunu kaybederken vatan yeniden el ayak sahibi olmuştur.
İstanbul’un bu şaşalı hayatı çok kısa sürer.Ezilmiş Anadolu insanının özlediği gün gelir.Bir gece Kuvayi Milliyeciler karanlığın içine akın eden ışık hizmeleri gibi akın ederler şehre.
Leyla,o eski hayatlarının mahvettiği için bu büyük savaşçıları nefretle karşılar.Necdet ise artık bu İngilizler tarafından kullanılmış vatanperverlik duygusundan yoksun kızdan soğumuştur.
Leyla dudaklarını Necdet’in dudaklarına uzatır.Necdet onu kucaklar ve bir köşeye bırakır. Dudaklarında bir kimyevi maddenin “rujun” yavan tadıyla bağımsız İstanbul’a katılır. Ve bu aşkın bittiği yerde roman da son bulur.

3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Çöküşün getirdiği bir çürümenin romanıdır. Savaş gi,bi zor anlarda insanlar maskelerini çıkartıp kendilerini gösterirler. “Dost kara günde belli olur”

4.KİTAPTA OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Necdet, karamsar sorunlar arasında sıkışıp kalmış kendine öz güveni olmayan biridir. Yolu biliyor fakat yolda yürümeye cesareti yok. Küçük kırılganlıkları ve vazgeçemediği rahatlığı onu yurt savunması gibi bir şereften yoksun bırakıyor.

Leyla, bakımlı ,ince yapılı ,dikkati çeken güzel bir İstanbul kızıdır. Fakat ailesi gibi vatan duygularından yoksun, sosyeteyi seven, hovarda bir kızdır. Hayatı yalancı bir cennetten farksız yaşamak istiyordu. Fakat kağıttan yapılmış saraylar çok çabuk bozulurdu ve o asıl kaybeden oldu.
Cemil, yurtsever biri vatanın köle oluşuna katlanamayacak derecede onurlu, güçlü, iri yapılı bir Türktür. Biz bugün bağısızlığımızı o ve onun gibilere borçluyuz.

5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Her milletin içinde fedekar insanlar olabileceği gibi menfaat için insanalrda bulunmaktadır. Bağımsızlık bu fedakar insanlar sayesinde devam etmektedir. Asayişi bozan, kan dökülmesine sebep olan, kötülüğün kaynağı olan hep ikinci gruptur. İşte hayat bu iyi ile kötünün kavgasından ibarettir.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
27 Mart 1889’da Kahire’de doğdu. İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine Manisa’ya geldi. 1913’te ilk hikaye kitabını çıkarır: “Bir Serencan.” Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ve Şevket Süreyya Aydemir’le birlikte “Kadro” dergisini çıkarır. 13 Aralık 1974’te Ankara’da öldü. Eserleri : Rahmet(1923), Milli Savaş Hikayeleri(1947), Kiralık Konak(1922), Nur Baba, Sodom ve Gomore(1928), Hüküm Gecesi, Yaban(1932), Ankara, Bir Sürgün, Erenlerin Bağından(1922), Okun Ucunda, Zoraki Diplomat(1955), Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 yıl(1968), Nirvana(1909), Veda, Sağnak(1929) ve Mağara(1934).


Dağa Çıkan Kurt [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Dağa Çıkan Kurt
KİTABIN YAZARI : Halide Edip Adıvar
YAYIN EVİ : Remzi Kitabevi
BASIM YILI : 1989
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1.KİTABIN KONUSU

Topluca alınan kararlara uymanın gerekliliğive alınan bu kararlara uymamanın getireceği zararlara dikkat edilmesi gerektiğidir.

2.KİTABIN ÖZETİ

Olay bir şairin yazar bir Fransız kurt masalını anlatması ile başlar.Şair yazara söz vermesine rağmen kurt hakkındaki şiirini bir türlü yazara gönderemez. Yazar beklemekten bıkar ve kendini kurt hülyaları içinde bulur.
Karacaaahmet mezarlığı civarında fakir ve yoksul olan küçük bir evin çocuğudur.Babasını savaşta kaybetmiştir. Annesi her akşam eve geşmesini beklemekte ve getireceği ekmeği yiyerek karnını doyurur.Fakat o akşam annesi biraz gecikir. Sonunda annesi karşıda görünür.Fakat elinde ekmek yoktur.Aç kalacağını anlar. Vakit artık geç olmuştur ve yatarlar.Çocuk yatakta annesi ise yarı tahta yarı hasır bir yatakta yatmaktadır.Gece çocuk yatağının üstünde bir şeylerin kıpırdadığını hisseder fakat bunun annesine anlatmaz.Hafifçe gözlerini açar.Karşısında savaştan çıktığı her halinden belli olan, her yanı yara bere içinde ve ağzından kan damlayan bir kurt durmaktadır.Bu durum babasının anlattığı bir kurtmasalını anımsatır.
Bir gün ormanda bütün hayvanlar birbirine girer.Bozulmadık yuva,ezilmedik çalı, çiğnenmedik ot kalmaz.Kısacası taş taş üstünde kalmaz. Uzun süre bu böyle devam eder. Hayvanlar birbiri ile konuşmazlar ve birbirine düşmanca hareket etmeye devam ederler.Bunun böyle gitmeyeceğini anlayan ormanın en yaşlısı olan fil bir toplantı yapmak ister ve bütün hayvanların bir araya gelmesini ister. Toplantı yapılır ve toplantıda artık düşmanca tavırların bırakılacağıve dostluk içinde yaşanması gerektiği kararına varılır.Bu kararda şu sonuç çıkıyordu.Her hayvan kendi bölgesindehür ve serbest olarak gezebilecekti.Etçil hayvanlar bu duruma pek rıza göstermedi ama yine de boyun eğdiler.Otçul hayvanlar bu duruma çoktan razı idiler.Yine de hayvanlar arasında bir takım huzursuzluk olduğu meydandaydı.Sonunda bu huzursuzluğunun sebebinin kurt oldduğu ortaya çıktı.Topluca kurt diyarına saldırdılar.Yıkılmadık yer bırakmadılar.Kurt bu bozgun karşısında öcünü almak için dağa çıktı.


3.KİTABIN ANA FİKRİ

Genel olarak kitapta, toplumsal olaylara ne kadar ilgisiz kaldığımız ve olayların karşısında bu ilgisizliğin bizlere nelere mal olduğunu anlatmaya çalışıyor.

4.KİTAPTAKİ ŞAHISLARINDEĞERLENDİRİLMESİ

Kitap birçok hikâyeden oluştuğu için belli bir şahıs yoktur.Onun için şahıs değerlendirmesi yapmak mümkün değildir.

5.KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER

Kitap okuyucuyu sıkmayan, akıcı bir üslûpla yazılmıştır.Okumak isteyenlere tavsiye edebileceğim güzel bir kitap.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ

Halide Edip ADIVAR

Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin tanınmış edebiyatçılarındandır. Öğretmenlik ve müfettişlik yapmıştır.Amerika, Hindistan’da birçok konferanslar vermiştir.1950-1954 yılları arasında İzmir miiletvekilliği yapmıştır.İlk eserlerinde modern tipler ön plânda iken daha sonraları Anadolu insanlarını tanıyarak eserlerine konu eder.Birçok gazete ve dergide yazıları yayımlanmıştır.

 

About

Site Info

Text

Kitap , Kitap Özet , Kitap Özetleri Copyright © 2009 Community is Designed by Bie