8 Nisan 2009 Çarşamba

Ago Paşanın Hatıratı [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Ago Paşanın Hatıratı
KİTABIN YAZARI : Refik Halit Karay
YAYIN EVİ : İnkılap
BASIM YILI : 1967
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1-KİTABIN ÖZETİ:
Kitap kısa kısa hikyelerden oluşmuştur.kitabın birinci hikayesi ise kıtabın ismi olan “AGO PAŞA’NIN HATIRATI”dır.
Ago Paşa,herkesin isminden dolayı yanıldığı gibi bir insan değil aksine bir papağandır.Zamanında bir kuşçu dükkanında eğitilmiştir.Orada sahibi tarafından konuşmayı öğrenmiştir.
Ago Paşa’nın sahibi ona o zamanda neler yasak değilse onu öğretirdi ve o da bunu söylerdi.İnsanlar da onu merakla dinlerlerdi.Ama herşeyin bir sonu vardır.Ve kuş bunu anlayamaz.Bu sefer yine aynı şeyi söylemesine rağmen bu yasaklanmştır.Bunun üzerine bu sefer sahabi polislerle uğraşmak zorunda kalır.O zaman sahibi onu tavan arasına saklar.Olaylar geçtiğinde de ona bu sefer ne söylemesi gerekiyorsa onu öğretirdi.
Ona ilk önce “yaşasın padişahımız” öğretilmişti.Bu yasaklanana kadar sahibi ve o mükemmel bir hayat sürmüşlerdi.Ama bu cümle de yasaklandığında yine büyük bir tehlike yaşamışlardı.Daha sonra “yaşasın hürriyet”öğretilmişti.Yine ilk önceleri herkes şaşırmış,kuşun söylediklerine şaşıyordu.Sonra bu cümle yüzünden bu sefer “ittihat ve terakki cemiyeti”ne girmişlerdi.Orada “yaşasın ittihat ve terakki” diyerek yüzlerce kişiyi başına topluyor ve onların verdiği şeyleri yiyordu.Gün geçti bu da yasaklanmıştı.Bu sefer “yaşasın şeriat” öğretilmişti.Görenler bu kuşun kendi dillerine uygun olduğunu düşünerek yine ona yiyecekler veriyorlardı.Sonra bu da yasaklanınca “yaşasın Mahmut Şefket Paşa” öğretilmiş ve bunu haykırıyordu.Bu yüzden Hareket Ordusu erkanından birine satılmıştı.İlk önceleri orada da rahat içindeydi.Bir gramofondan:
Kimdir onlar?Kimdir onlar?
Hareket Ordusu!
öğrenmişti.Daha sonra sokaktan geçen bir lahana turşucusunun taklidini yaparak bunu
Kimdir onlar?Kimdir onlar?
Hareket Ordusu!
Lahana turşusu!
çevirmişti.Sonra bunu dedi diye onu oradan atmışlardı.
Bu böyle devam etmişti.Ago Paşa öğrendikleri yüzünden ne acıklar çekmiş ve neler neler ile ödüllendirilmişti.En sonunda yeni bir cümle öğrenmişti.Bu “yaşasın Kuvayı Milliye”idi.Daha sonra bu da yasaklandı.Artık bunlardan iyice sıkılmıştı.Çünkü ne öğrettiyseler önce onu rahat ettiriyor sonra cezalanmasına neden oluyordu.

2-KİTABIN KONUSU:
Bir papağanın öğrendiklerinin başına neler getirdikleri

3-KİTABIN ANAFİKRİ:
Herşeyi sadece zamanına göre değil biraz da ileri düşünerek yaşamalıyız.

4-OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Ago Paşa:Öğrendikleri yüzünden başına gelmeyen kalmamış olan bir papağan.

5-KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Kitap, zamanında nelerin olup bittiğini anlatan güzel bir kitaptır.

6-YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:

REFİK HALİT KARAY

1888'de İstanbul'da doğdu. 18 Temmuz 1965'te İstanbul'da yaşamını yitirdi. Vezneciler'de Şemsü'l-Maarif ve Göztepe'de Taş Mektep'te öğrenim gördü. Özel ders aldı. Galatasaray Lisesi ve Hukuk Mektebi'ni yarıda bıraktı. Maliye Merkez Kalemi'ne katip olarak girdi. 1908'de Servet-i Fünun'da ve Tercüman-ı Hakikat'te çalışmaya başladı. Son Havadis adıyla bir gazete kurdu, 15 sayı yayımladı. Fecr-i Ati Topluluğu'na katıldı. Kalem adındaki mizah dergisinde de "Kirpi" takma ismiyle (müstear) siyasi mizah yazıları yazdı. Mahmud Şevket Paşa'nın öldürülmesinden sonra Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik'te sürgün hayatı yaşadı. 1918'de İstanbul'a döndü. Robert Kolej'de Türkçe öğretmenliği yaptı. Vakit, Tasvir-i Efkar ve Zaman gazetelerinde makaleleri yayımlandı. Damat Ferit Paşa'nın dostluğu sayesinde, mütarekeden hemen sonra Hürriyet ve İtilaf Fırkası'na katıldı. Posta ve Telgraf Umum Müdürü olarak görevlendirildi (1919). İzmir'in işgalinden sonra Anadolu Hareketiyle İstanbul Hükumeti arasında yaşanan telgraf krizinde İstanbul Hükumetini tuttu. İstanbul'un düşman işgalinden kurtarılışının ardından 1922'de Beyrut'a kaçtı. 1938'de affın çıkmasından sonra yurda döndü. Ölünceye dek yazılarını sürdürdü.

Savaşçı [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Savaşçı
KİTABIN YAZARI : Doğan Cüceloğlu
YAYIN EVİ : Sistem Yayıncılık
BASIM YILI : 1999
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1.KİTABIN KONUSU:
Psikoloji alanında tanınmış bir öğretim görevlisi olan yazarın, bir öğretmen olan Arif Beyin iç çatışmalarına psikolojik yöntemlerle çözüm bulma çabalarını konu alan, çoğunlukla söyleşi şeklinde yazılmış bir kitaptır.

2. KİTABIN ÖZETİ:

Yazar kitabına e.e.cummings’in “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, Kendin olarak kalabilmek, Dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, Artık hiç bitmez!.. “ sözüyle başlıyor. Kitabın adı olan savaşçı sözü bu anlamda bir savaşçıyı ifade ediyor. Kitabın içerisinde yer alan karakterlerden yazarın kendisi, gerçekte de olduğu gibi algılama, öğrenme, psikoloji ve iletişim konularında uzman ve tanınmış bir öğretim görevlisi; Arif Bey ise mutsuz, kendini aptal gibi hisseden, ne istediğini bilmeyen, yalnız, kendisini kaybolmuş hisseden bir sınıf öğretmeni. İki karakterin tanışmalarından sonra kitap içerisindeki konular yazar ve Arif Bey arasında Arif Bey’in soruları ve yazarın; hayatı, psikolojiyi, toplumu, felsefeyi, iletişim ve insan ilişkilerini konu edinen cevaplarıyla, soru-cevap şeklinde okuyucuya aktarılıyor.
Birinci bölümde arayıştan söz ediliyor. Anlamını yitiren bir yaşamın temel sorununun bireyin varoluşunda sadece kendisi için önemli gördüğü kişiler tarafından tanınmayı, kabul edilmeyi, sevilmeyi, özlenmeyi, değerli bulunup güvenilmeyi istemesi biçiminde yaşaması, kendine özgün bireysel yaşamın olmaması, kendi yaşamının dansını yapamaması olduğu anlatılıyor. Savaşçıdan (Özgün yaşamaya kendini adayan insan) bahsediliyor ve arayışa geçme zamanının geldiği hatırlatılıyor.
İkinci bölümde arayış sonucunda farkına varma ve uyanıştan söz ediliyor. Kişi ancak uyandıktan sonra, daha önce uyuyor olduğunu kavrıyor. Yazar CARL SUNG’ın “Kendi kalbine bakmayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir. Dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keşfeder.” sözüyle uyuyan kişinin uyuduğunu bilmezse gördüğünün rüya olduğunu anlayamayacağını ve farkına varmanın uyanış için ne derece önemli olduğunu vurguluyor.
Peki bundan sonra ne olacaktır. Üçüncü bölümde niyet etmekten ve savaşçının anlamından bahsediliyor. Savaşçının başkası için değil, kendi gönlü, kendi niyetiyle, kendi yaşamı için savaşçı olduğu vurgulanıyor. Niyetin de anlamlı ve coşkulu bir yarın yaşatmak için yapılması, ancak bu yarının “kişisel bütünlük içinde bildiğimizi bilerek, bilmediğimizin farkında olarak, ikisi arasındaki farkın bilincinde gerçeğe sürekli saygılı olarak“ atılabileceği belirtiliyor.
Dördüncü bölümde yarını ancak kişisel bütünlük içinde yaratabileceğimizden ve bütün kötülüklerin anası, bütün yanlışlıkların, geriliklerin kaynağının gerçeğe saygısızlık olduğu Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” sözüyle vurgulanıyor. İlişkilerde tutarlılık ve vicdan konuları işleniyor.
Beşinci bölümde yarını yaratmak için güçlü olmak gerektiğini söylüyor. Bu gücün nereden geleceği sorusuna, “kim olduğunu bil” diyor. “Kişinin gerçek gücü ortada” ve devam ediyor: “nasıl konuşacağını bil; kiminle, neyi, nerede, ne zaman ve nasıl konuşacaksın? En önemlisi niçin konuşacaksın? BİL” diyor.
Altıncı bölümde yaşamdaki sorumluluk ve savaşçının sorumluluğundan bahsediliyor. Yaşam kimin sorumluluğu? diye bir soruya yazar “Kimine göre ana-babanın; kimine göre evlendiği eşinin; kimine göre komşusunun; kimine göre onu çalıştıran şirketin; kimine göre devletin; kimine göreyse yaşamda sorumluluk diye bir şey yoktur.” diyor.
Yedinci bölümde “Şimdi ve şu anı yaşama tembelliği” neden bu kadar yaygın? Neden görmeyiz bize bakan gözleri, neden kırarız gönülleri, neden pişmanlıklar içinde yuvarlanır gideriz? Sorularının yanıtı savaşçının ölüm bilinci içinde irdeleniyor.
Sekizinci bölümde sıradan, kaybolmuş, güçsüz bir insanın dahi savaşçı olabileceği, bunun yolunun da değişim olduğu belirtiliyor. Bu değişimin nasıl olacağı sorusuna “Farkına vararak ve farkına vardığını yaşayarak.” diyor yazar.
Dokuzuncu bölümde bitmemiş işlerle tanışıyoruz. Bitmemiş işler bitmeden gücümüzü kazanamayacağımız; şimdi ve şu anın tembelliğinden kurtulmamız gerektiği anlatılıyor ve örnek olarak onuncu bölümde Don Juan savaşçı olmanın güçlü örneklerini veriyor.
On birinci bölümde Arif Bey’le yazarın son buluşmasında konuşulanlar genel bir gözden geçiriliyor. Arif Bey’in ilk tanışmadaki psikolojik durumu ile en son durumu karşılaştırılıyor. Konuşulanların gözden geçirilmesi yapılırken yazar kitabın bütününü daha sade ve açık bir dille özet şeklinde okuyucuya tekrar veriyor. Bir insanın düşüncelerinin ve yaşamının nasıl değişebileceği konusu Arif Bey’in düşünceleriyle ortaya konuluyor.
3.KİTABIN ANA FİKRİ:
Hayat boyu yaptığımız davranışlar hakkında sorduğumuz neden ve niçin sorularını cevaplayabilmenin en önemli şartı kendi benliğimizin ve çevremizin farkına varmaktır.
4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Yazar kitabına e.e.cummings’in “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, Kendin olarak kalabilmek, Dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, Artık hiç bitmez!.. “ sözüyle başlıyor. Kitabın adı olan savaşçı sözü bu anlamda bir savaşçıyı ifade ediyor. Kitabın içerisinde yer alan karakterlerden yazarın kendisi, gerçekte de olduğu gibi algılama, öğrenme, psikoloji ve iletişim konularında uzman ve tanınmış bir öğretim görevlisi; Arif Bey ise mutsuz, kendini aptal gibi hisseden, ne istediğini bilmeyen, yalnız, kendisini kaybolmuş hisseden bir sınıf öğretmeni. İki karakterin tanışmalarından sonra kitap içerisindeki konular yazar ve Arif Bey arasında Arif Bey’in soruları ve yazarın; hayatı, psikolojiyi, toplumu, felsefeyi, iletişim ve insan ilişkilerini konu edinen cevaplarıyla, soru-cevap şeklinde okuyucuya aktarılıyor.
5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Benim görüşüme göre ; yazar kitabın psikolojik ve felsefe konulu olmasından dolayı okuyucuya sürükleyici gelmesi amacıyla kitabı söyleşi şeklinde yazmıştır; bu da kitabın benzerlerinden farklı olarak daha çok tercih edilmesine yol açmıştır. Kitap, biz insanların en büyük sorunlarından biri olan yaptığımız işten zevk alamamızın nedenlerini araştırmakta ve bunun en büyük nedenininde olan bitenin hiçbir zaman farkına varamamamızdan kaynaklandığını ileri sürmekte; bu mantık çerçevesinde hayattan zevk almamız için değişik öneriler sunmasının yanı sıra felsefe tarihini de değinmiştir.

Gulyabani [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Gulyabani
KİTABIN YAZARI : Hüseyin Rahmi Gürpınar
YAYIN EVİ : Ankara Cad. 31/2 Çağaloğlu-İstanbul İnkılap
BASIM YILI : 1995
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..+

1. KİTABIN KONUSU :
Yazar cin,peri ve gulyabani gibi boş inancların nasıl kötüye kullanılarak saf ve namuslu insanların kandırıldığını anlatmıştır.

2. KİTABIN ÖZETİ :
Hoppaca bir kız olan Munise çok güzel bir kızdır. Annesi ve babası o daha gençken ölür.Komşuları Munise’yi geyindirip,geçindirir ve çehiz vererek onu birisiyle evlendirirler. Fakat Munise kocasıyla pek anlaşamaz ve bir gün kocası evde yokken kaçar. Daha sonra ana dostu olan Ayşe Hanım adlı bir kadın onu bulur ve ona onun hizmetçilik yapabileceği iyi ve namuslu bir yere götüreceğini söyler. Ama Ayşe Hanımın Munise’ye bir tafsiyesi vardır. O da şudur ki; Eğer oradakalıp iyi para kazanmak ve daha sonra kendine iyi yuva kurmak istiyorsa orada olup bitenleri kimseye söylemeyecek ve bunlara tepki vermeyecekti. Munise bu fikre evet der.Ayşe Hanım Munise’yi bir dağın tepesindeki köşke götürür. Burada onları Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen adlı iki hizmetçi karşılar. Daha sonra Ayşe Hanım Munise’yi burada bırakıp gider. Munise bu köşkün garipliklerine şaşıp kalır. Çünki gelirken onları buraya getiren arabacını konuştuğu cin,per ve gulyabani muhabbetine inanamayan Munise, bunlara inanmaya başlar. Munise Ayşe Hanımın onu buraya büyük bir bahşiş karşılığında getirdiğini bu zaman anlar ve kafasına vurur. Gitmeye çalışır fakat ona buraya gelen insanların bir daha geri dönemeyeceğini söylerler. Munisenni getirildiği köşkün her tarafında her gece cinler,periler dolaşır.Bunlardan en korkuncu ise Gulyabani’dir. Cinler ve Periler her gece bu köşkün etrafına gelip odalara girerek abuk subuk sesler çıkarır ve Muniseye saldırırlar. Muniseyse ona verilen tafsiyeler göre hareket ederek sesini çıkarmaz bu da benim kaderimdir der. Bir gün gece bir erkek peri Munise Hanımın odasına gelir. Munise bu durum karşısında şaşkın kalmıştır. Bu erkek perinin adı Hasan’mış. Hasan çok güzel yüzlü peridir. Hasan kendisinin peri olmadığını ve onu bu köşkten kurtarmak istediğini söyler. Fakat Munise bu olaylarla sürekli karşılaştığından onun sözüne inanmaz. Hasan ise ona aşık olduğunu ve onu sevdiğini, onun için her şey yapabieceğini söyler. Daha sonra Hasan’ın insan olduğu ve Şehirden bu köye geldiği anlaşılır. Hasan sonunda bu cin,peri saçmalıklarının bir iç yüzünün olduğunu anlar ve bunu ortaya çıkarır. Demek ki, cin,per, ve gulyabani muhabbeti saçmalıktan ibaretmiş. Bunların hepsi cin,peri ve gulyabani kılığına girmiş birer insanlarmış.Bu insanlar cahil köy halkını kandırır ve namussuzca işler yaparlarmış. Hasan onların hepsini yakalar ve halkın önünde hepsini tanıtarak cezalandırır. Sonra Munise Hasan’la evlenir, köşkte hizmetçilik yapan Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen’e de birer kaca bulurlar. Onlar da mutlulukla hayatını devam ettirir. Köşkün sahibi, Hanımefendi de Munise ve Hasan’la birlikte bir müddet yaşar ve sonra hayatını değiştirerek bütün manı ve mülkünü onlara bırakır. Hasan’la Munise hayatlarına mutlulukla devam ederler.



3. KİTABIN ANA FİKRİ:
Cahil olmamak,batil düşüncelerden kaçınmak,bilimsel düşünceye önem vermek gerekir, aksi durumda istenilen yöne çevrilebilirsin.

4.KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Kitapta sık geçen isimler şunlardır; Munise, Ayşe Hanım, Çeşmifelek Kalfa ve Ruşen. Munise eserin baş kahramanı ve ve olayların odak noktasıdır. Ayşe Hanım Munise Hanımın annesinin eski dostudur. Hasan ise Munise’nin sevgilisidir. Çeşmifelek ve Ruşen ise köşkün sahibinin hizmetçileridir.

5. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER:
Eserde masalcı yanın çok olması kitabı zevkli hale getirmiştir. İnsanlarınher zaman bilimsel düşünceye yer vermesi gerektiğini savunması bakımından,her söylenene inanmamak gerektini vurgulaması bakımından gençlerin okumasını tavsiye ederim.

6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:
Eserin yazarı Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır.17 Ağustos 1864’te İstanbu’un Ayaspaşa semtinde doğdu ve 8 Mart 1944’te yaşama gözlerini yumdu. Eserlerinde gerçekçiliği ve doğalcılığı savunan yazar, dil estetiğine önem vermez. En başarılı türü romanlarıdır. Romanlarından bazıları şunlardır; Şık, İffet, Can Pazarı, Namuslu Kokotlar ve Gulyabani’dir.



6 Nisan 2009 Pazartesi

Yaprak Dökümü [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Yaprak Dökümü
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
YAYIN EVİ : İnkılap
BASIM YILI : 1986
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

KİTABIN KONUSU
Gelenek göreneklerine bağlı, özellikle ahlaki konularda çok titiz olan Ali Rıza Bey ile batılılaşma hareketine karışarak daha zengin bir hayat yaşamak isteyen çocukları arasındaki çatışma işlenmiştir.

KİTABIN ÖZETİ
Ali Rıza Bey, hayatını memuriyetle devam ettiren, namusuna ve ahlaka son derece düşkün beş çocuklu bir ailenin babasıdır. Trabzon’da çalıştığı bir iş yerinden ayrıldıktan sonra İstanbul’a gelip Bağlarbaşı’ndaki babadan kalma eve yerleştiler. Bir süre işsiz gezdikten sonra, Muzaffer adındaki eski öğrencisinin ona sağladığı imkanla işe girer.Her şey kızları Leyla ve Necla’nın arkadaşları olan Leman'ın Ali Rıza Bey’den iş istemesiyle başlar. Ali Rıza Bey Leman’a çalıştığı yerde bir iş bulmuştur; fakat Leman bir süre sonra patronu Muzaffer Bey’le bir ilişki yaşar ve hamile kalır. Ali Rıza Bey bunu duyunca kendini suçlar ve Muzaffer Bey’den Leman ile evlenip onun namusunu temizlemesini ister.Patronu bunu kabul etmeyince Ali Rıza Bey bu olayı gururuna yediremeyip işten ayrılır. Daha sonra oğlu Şevket’in bir iş bulduğunu öğrenince bir parça sevinmiştir. Fakat bir süre sona Ali Rıza Bey’in karısı Hayriye Hanım ve kızları Necla ile Leyla artık eve para getirmediği için ona saygı duymuyorlar ve onu aşağılıyorlardır. Bir gün, Şevket işyerinde evli bir kadınla ilişkiye girdiğini ve o kadınla evlenmek istediğini söyler. İlk başta Ali Rıza Bey bu olaya itiraz etse de daha sonra Şevket’in Ferhunde ismindeki kadını ne kadar çok sevdiğini görmüştür. Fakat, gelin Ferhunde eğlenceye ve modern hayata alışkın biridir ve evde gece toplantıları yapılmaya başlanır. Evin ortanca kızları olan Necla ve Leyla’nın eğlenceye ve lükse olan düşkünlükleri artar.Böylelikle Ferhunde’nin evdeki hakimiyeti iyice artar. Evin en büyük kızı olan Fikret bu olanlara daha fazla dayanamayacağını anlar ve Adapazarı’nda yaşayan bir adamla adamın çocuklarına bakma koşuluyla evlenmeye karar vermiştir. Fikret’in evden gidişiyle daldaki yapraklardan biri kopar. Şevket’in kazandığı para ve Ali Rıza Bey’in emekli maaşı evde yapılan eğlencelere harcanmaktadır. En sonunda elde hiçbir şey kalmaz. Şevket çareyi çalıştığı bankadan zimmetine para geçirmekte bulur. Aldığı parayı yerine koyamayınca hapse girer. Böylelikle dalın ikinci yaprağı da kopar. Ferhunde bu hayat daha fazla dayanamayacağını söyleyerek evi terk eder. Bunun sonucunda üçüncü yaprak da kopmuş olur. Daha sonra Necla da kendini zengin gösteren bir Suriyeli adam ile evlenir. Fakat mutlu değildir ve babasından yardım istemek için mektup yollar. Ali Rıza Bey ise onun bu isteğini reddeder ve yaşamına devam etmesini söyler. Böylece dalın dördüncü yaprağı da kopar. Leyla zengin bir avukatın metresi olur ve Ali Rıza Bey bunu bir arkadaşından öğrenir. Namusuna düşkün olan Ali Rıza Bey Leyla’yı evden kovar . Leyla avukatın Taksim’de tuttuğu eve yerleşir. Böylece dalın son yaprağı da kopmuş olur. Nihayetinde Ali Rıza Bey Leyla’nın eve gelmesini kabul eder ama kendisi evden ayrılacaktır. Adapazarı’nda olan kızı Fikret'in yanına gider ve Fikret'in orada mutsuz olduğunu görür. Kocası ve üvey çocuklarıyla arası iyi değildir. Bunu gören Ali Rıza Bey İstanbul’a geri döner ama birkaç gün eve gitmez. Daha sonra hasta olur ve eski bir arkadaşı sayesinde hastaneye kaldırılır. Bir gün Hayriye Hanım ve kızı Leyla hastaneye gidip onu alırlar ve Taksim’deki eve giderek yaşamlarına orada devam ederler.

KİTABIN ANAFİKRİ:
Onurlu ve namuslu bir insanın hayatta karşılaştığı güçlüklerve bunların doğurduğu sorunlar.

ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Ali Rıza Bey:Eski Türk terbiyesi ile yetişmiş, özellikle ahlaki konularda titiz, erdemli, çok bilgili(Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca biliyor) ve çalışkan birisidir.

Hayriye Hanım:Ali Rıza Bey’in karısıdır.İlk başta kocasına sadık fakat değişen hayat koşulları nedeniyle asileşen, saf ve cahil bir kadındır.

Fikret:Ali Rıza Bey’in en büyük kızıdır.babası gibi terbiyeye önem veren birsidir.Kardeşlerin değişen yaşamlarına ayak uyduramayınca Adapazarılı biriyle evlenmiştir.

Leyla ve Necla:Ali Rıza Bey’in ortanca kızlarıdır.Lükse ve eğlenceye düşkündürler. Hep zengin birer koca arayışı içindeler.Babalarını umursamaz hale gelmişlerdir.

Şevket:Ali Rıza Bey’in tek oğludur.Ali Rıza Bey’in terbiyesine ve ahlakına en çok emek harcadığı çocuğudur.Bir süre ailenin bütün yükü onun omuzlarına binmiştir. Çalıştığı yerden para çalmak suçundan hapse atılmıştır.

Ferhunde:Zenginliğe, lükse ve eğlenceye düşkün, kötü huylu bir kadındır.

Ayşe:Ali Rıza Bey’in en küçük kızıdır.Yaşı küçük olduğundan dolayı olaylar içerisinde pek fazla bulunmamaktadır.


YAZARIN HAYATI:

Reşat Nuri Güntekin 1889 yılında İstanbul’da doğdu.İzmir Fererler okulunu, daha sonra da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdi. Uzun yıllar Bursa ve İstanbul
okullarında Fransızca, Türkçe, Felsefe öğretmenliği yaptı.Dil heyetinde görev aldı. Eğitim müfettişliği,Çanakkale milletvekilliği, M.E.Bakanlığı başmüfettişliği ve Paris Kültür ataşeliği görevlerinde bulundu.Emekliye ayrıldıktan sonra yani eserlerini hazırlarken yakalandığı kanserden dolayı 7 Aralık 1956’da Londra’da vefat etti.
Yazar Cumhuriyet Dönemi Edebiyatımızın ünlü roman, hikaye ve tiyatro yazarlarındandır. Edebiyata Diken dergisinde yayımlanan “Eski Ahbap” adlı uzun öyküsüyle giren Reşat Nuri Güntekin makale, eleştiri, gazi, çeviri türleri üzerinde çalışmış; birçoğu dergi sayfalarında kalan yüzü aşkın eser vermiştir. Eserlerinde yanlış batılılaşma anlayışını, batıl inançları, yurdun çeşitli yerlerindeki hayat sahnelerini işlemiştir. Anadolu’nun yerli hayatını ve kişilerini başarılı bir şekilde yansıtmıştır. Romanlarında güçlü bir gözlemciliğe dayanan realizm ve canlı bir üslup vardır. Edebiyat öğretmenliği ve bakanlık müfettişliği görevlerinde bulunması hem gözlem yapmasını, hem de Anadolu’nun dört bir tarafını gezerek Anadolu halkını yakından tanımasını sağlamıştır. Gerçek hayattaki insan tiplerini ve olayları eserlerinde başarıyla kullanmıştır. Genellikle toplumsal yenileşme sıkıntılarını ve sancılarını anlatır.
Eserlerinden başlıcalar:
Romanları:Yaprak Dökümü, Çalıkuşu, Acımak, Damga, Dudaktan Kalbe, Bir Kadın Düşmanı, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Ateş Gecesi...
Tiyatroları:Eski Rüya, Taş Parçası, Hançer, Tanrı dağı Ziyafeti, Bu Gece Başka Gece, Gözdağı, Eski Şarkı...
Hikayeleri:Sönmüş Yıldızlar, Tanrı Misafiri, Olağan İşler, Leyla ile Mecnun.
Gezi Yazıları:Anadolu Notları, İtiraflar
Çevirileri:Üç Asırlık Fransız Edebiyatı

Dudaktan Kalbe [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Dudaktan Kalbe
KİTABIN YAZARI : Reşat Nuri Güntekin
YAYIN EVİ : İnkılap
BASIM YILI : 2001
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

1. KİTABIN KONUSU:
"Kınalı Yapıncak", Lamia'nın bestekâr Kenan'la yıllarca süren acı ve tatlı aşklarının öyküsü

2. KİTABIN ÖZETİ:

DUDAKTAN KALBE

Hüseyin Kenan ;ince, uzun, mavi gözlü, esmer tenli, durgun, çekingen bir gençti.Küçük yaşta babasini kaybetmisti. Anesi,kiz kardesi ve kendisi dayilarinin yanin da kalirlar. Zorlukla Mühendislik mektebini bitirmistir. Fakat küçüklügünden beri musikiye aşıktır. Dayilarin yanında Reji katipliğini yapan Mesut Bey`den keman dersleri alır. Onyedi yasindadir.Mühendislik Mektebine giderken dayilarin komsusu Leyla isminde bir kıza asık olur. Çok çekingen oldugundan bunu kalbine gömer. Okulu bitirdikten sonra bir arkadaşının yardımıyla Avrupaya gider. Orada kemanını çok ilerletir ve güzel eserler verir. O artik ünlü bir Virtüoz dür.
Bu arada kız kardesi Afife evlenmistir.Aneside bir yil sonra Afife`nin yanına gider.Hem onları hemde dayisini görmek için Seydi köye gider.

Istanbul’dan İzmir`e gemi ile gider.Gemide Münir Bey, Prens Vefik Paşa ve kızı Prens Cavidanla beraberdir. Dayisinin komşusu Münir Bey Kenan`nın cavidanla evlenmesini ister ve nişanlanırlar.

Kenan Izmir`de Bozyaka`da Lamia adlı bir kızla tanısır.Lamia’nını annesi babası ölmüş amcalarının yanında kalan sakin uysal birdir. Ayrica bir yüz başıyla nişanlıdır.Kenan ona yüzündeki çillerden dolayi Kına Yapıncak ismini takar.Aralarında maceraya benzeyen bir ilişki olur. Her akşam buluşmaktadırlar. Kenan çocuk denecek bir kızla beraber olduğu için kendine kızmakta fakat yanlız kaldıklarında kendine hakim olamamaktadir.Bu beraberlik duyulur ve dedikodular baslar. Dedikodular yüzünden Amcası Şükrü Bey Lamia`yı dayisi Rıza Bey`in yanına Kütahya`ya göderir.Trende Lamia Makbule isimli birkizla tanisir.Kendinden habersiz hayata küskün bir şekilde Kütaya`da yaşamaya başlar.Yengesi ona kendini düşünmüyorsan doğocak çocuğunu düsün der.

Lamia değişir.Lamia'nin bir kız çocuğu olur.Adıni Mebrure koyar.
Dayisinin kizi Mahmure üç çocukla ve kocasıyla babasının evinde kalır.Fakat bir Çavuş'u sevmiştir ve kocasının bundan haberi olmuştur. Mahmure kurnazlıkla kendisini değilde Lamia'nın Çavuşla görüştüğünü söyler. Böylece Lamia olayi üstlenmiş olur. Mahmureyi de kocasından ayrılmaktan kurtarır.Buarada Mahmure'nin kocası Resih Bey Lamia’ya saldirir.Lamia'da onu öldürür.Mahkemede beratine karar verilir.
Dayısı Rıza Bey onu bir tanıdığının evine teslim eder.Orada ziyerete ilk gelen Makbuledir.Makbule’nin babası onu ister ve evlenmeye karar verirler Lamia ondokuz yasındadır.
Kemal Beylerin evlerine Istanbul'daki kızkardeşinin oğlu Doktor Vedat gelir.Istanbul'dan Kütahya'ya sürgün olarak gelmiştir.Lamia'nın genç ve güzel olması,dayısınında yaslı olması Vedat'ı düşündürür.

Lamia'nın söylediği bir şarkı Kenan'ı tanıdığını haber verir.Kenan'ı İstanbul'dan tanıyan Vedat Lamia'ya Kenan'dan ve Cavidan'dan behseder.
Birgün Vedat Bey bir avda vuruldu diye duyulur.Bunu öğrenmeye giden Lamia Hanımın ev saybınin hazırladiği kömür közünden Vedat Beyle birlikte zehirlenirler.Dedikodular yine başlamiştir.Kemal Bey'de onun evden ayrılmasını ister.Vedat Bey olaylardan dolayı çok üzgündür.Lamia'ya evlenme teklifi eder.Lamia kabul etmez.

Vedat'ın sürgün görevi Kütahya’da bitmiş İstanbul'a gitmiştir.
Bu arada Kenan Cavidan'la evlenmiştir.Üç yıldan beri ilk defa Lamia'yı düşünür. Aşk değil bir gönül oyuncaği dudaklarımızın eğlencesi ibaret diyen Kenan şimdi bu aşkın zehir gibi dudaklarından kalbe indiğini anlar ve Kınalı Yapıncagı yanında olmasını çok ister.Cavidan'la mutludeğildir. Cavidan'la İzmir'e Bozyaka'ya giderler. Cavidanla birlikte orada Lamia'yı göreceğini ümit eder. Fakat göremez ve çok üzülür.

Kenan Bey'ler İstanbul'a giderler.Bu arada Lamia'da İstanbul'a kalkmIstIr.Kenan Bey'le Prenses Cavidan ayrılırlar.Eski arkadaş olan Vedat Bey'le Kenan karşılaşırlar.Vedat onu muaynanesine çağırır.Orada tesadüfen Kenan Lamia ile karşılasır.Tekrar görüşmek için mektup yazar. Lamia'da o bir yaz rüyasıydı der konuyu kapatır.
Kenan'ın kemanının sesinden çıkan büyülü aşk sevdası böylece bitmiştir.Kenan'da bütün ümitlerini yitirmiştir.

Lamia Vedat'la evlenmeğe razı olur ve evlenirler. Kenan Bey hayata küsmüştür. Seydiköy'e annesinin mezarına gider ve kardeşini dolaşir. Alti ay sonra ölür.


2. KİTABIN ANA FİKRİ:

Gerçek mutluluğun şandave şöhrette olmadığıdır.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:

Hüseyin Kenan:
Babasınıküçük yaşta kaybetmiş müzmim bir genç. Müzikte başarılı olduktan sonra çocukluğunu ve gençnliğini yaşamak istemiştir.
Nail Bey:
Hüseyin Kenan’ın babası
Melek Hanım:
Kenan’ın annesi. Babasından habersiz evlenmiştir. Genç yaşta dul kalmıştır.
Münir Bey:
Kenan beyin dayısı, kendini üzüm bağlarına vermiştir.
Vefik Paşa:
Mısırlıdır, tahsilini Paris’te yapmıştır.
Prenses cavidan:
Vefik Paşanın kızıdır. Esaslı bir tahsili yoktur, babası gibi sanata düşkündür. Çok güzeldir.
Rıza Bey:
Lamia’nın Kütahya’daki dayısı
Kemal Bey:
Lamia’nın ilk nikahlı eşidir.
Makbule Hanım:
Kemal beyin kızıdır. Lamia ile baştan beri dosthane bir tavır içindedir.
Vedat Bey:
Kumral, şen, neşeli, canı istedikçe iş yapan, çok akıllı birisi.


5. KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER:

Akıcı bir kitap insan sanki kendi yaşıyormuş gibi anlatılmış


6. KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISA BİLGİ:

Reşat Nuri Güntekin

İstanbul'da doğmuş (1889), ilk öğrenimini Selimiye ve Çanakkale mahalle mektebinde tamamladıktan sonra (1909), Galatasaray Lisesi'nde ve İzmir Frere'ler okulunda okumuştur. Daha sonra İstanbul Darülfünunu Edebiyat Şubesi'ne (Fakültesine) girmiş ve buradan mezun olmuştur (1912). Bursa Lisesi'nde, İstanbul'da Vefa, İstanbul Erkek, Çamlıca, Kabataş, Galatasaray, Erenköy liselerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yapmıştır. Daha sonra Milli Eğitim Müfettişliğine getirilmiştir (1927). Güntekin daha sonra Çanakkale milletvekili seçilmiş (1939), sonra yeniden Millî Eğitim'e dönmüş (1943), başmüfettiş olmuştur (1947). Bu görevdeyken UNESCO'nun Türkiye temsilcisi ve öğrenci müfettişi sıfatıyla aynı yıl Paris'e gitmiştir. Daha sonra emekliye ayrılan (1954) Güntekin yurda dönüşünde İstanbul Şehir Tiyatroları Edebî Kurul üyeliğine seçilmiştir. Reşat Nuri Güntekin, hastalanması üzerine tedavi için gönderildiği Londra'da ölmüştür (1956).

Güneydoğu'dan Öyküler III Geri Kalanlar [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Güneydoğu'dan Öyküler III
KİTABIN YAZARI : Hakan Evrensel
YAYIN EVİ : Ümit Yayıncılık - Ankara
BASIM YILI : 2001
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

KİTABIN İÇİNDEKİ ESERLER
 Yirmi Dokuz Yaprak Dökümü
 Gezi-2013
 Diyetin Diyeti
 “Bayramınız Kutlu Olsun!”
 Sürveyan Hekim
 Mankurtlar!
 Evlat
 Bacaksızlar
 Ölü Duhül
 Şart
 Sodome ve Gomore
 “Neyin Var!”
 Sağlam Dönmenin Dayanılmaz Ağırlığı

1-KİTABIN KONUSU
Genç bir kız olan Yeliz’in Güneydoğu Anadolu bölgesinde düzenlenen geziye katılması ve bu gezide yaşadığı olaylar. Bu geziyle öğrendiği, bilmediği gerçekler.

2-KİTABIN ÖZETİ
GEZİ 2013

Yeliz 2013 düzenlenen bir geziye katılmıştır. Yıllardır annesi bu tip geziler katılmasına izin vermezken bu kez onu göndermesine çok şaşırmaktadır. Aslında Yeliz Güneydoğulu olmasına rağmen yıllardır tatillerini Batı sahillerinde geçirmeyi tercih etmektedir. Fakat Güneydoğuya gelir gelmez ne kadar hata yaptığını anlamıştır.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde düzenlenen, Yelizin de katılmış olduğu, bu geziler ücretsiz olup insanlara Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan güzellikleri, tanıtmak ve geçmişte bu bölgede yaşananlar hakkında bilgi sahibi yapmak amacıyla düzenlenmektedir.
Otobüs küçük tepeleri aşarak ağır ağır yol almaktadır. Yeliz yıllardır Türkiye’nin bu bölgesine gelmemiş olmanın üzüntüsü içerisinde bin bir güzellikteki doğaya otobüsün camından bakmaktadır. Az ileride otobüs Orman Müdürlüğüne ait bir tesiste mola vermiştir. İnsanlar, Yeliz’i ve otobüste bulunanları misafirperver bir şekilde karşılamış, onlara ikramlarda bulunmuşlardır. Yeliz bu eşsiz güzellikteki çevrede doğayla iç içe yaşamanın mutluluğu içerisinde rehberin bölge hakkında geziye katılanlara verdiği bilgileri dinlemektedir. Bu güzellikler içerisinde aklına gene babası gelmiştir. Yıllardır özlemini duyduğu fakat hiç bir zaman sahip olamadığı babası. Yeliz babasınında bu binbir güzellikteki doğaya bakarken nöbet tutuğu aklına gelince hüzünlenmiştir. Evet babası askerlik görevini icra ederken şehit olmuştur. Onun hakkında annesinin anlattığından daha fazla bilgiye sahip değildir. Yeliz bu düşüncelere daldığı sırada rehberin ‘Mola sona erdi.’ sesiyle tekrar irkilmiştir. Otobüse tekrar yola koyulmuştur.
Otobüs yüksek rakımlı bir tepeye doğru ağır ağır yol alırken rehber de tepe hakkında bilgi vermeye başlamıştır. Bu tepe bölgenin en hakim tepesidir. Bu tepeye hakim olan bölgeye hakim demektir. Bu nedenle bu tepeye 1989 yılında bir karakol kurulmuştur. 1994 yılında bu tpeye teröristler tarafından bir saldırıda bulunulmuştur. Bu saldırı sırasında büyük kahramanlıklar göstererek şehit olan Onb. Serhan Uygur’un adı verilmiştir. Bu yüzden bu tepeye Serhan Tepe denilmektedir. Rehber anlatmaya devam etmektedir, fakat Yeliz artık hiçbir şey duymuyordur. Bilmemektedir. Babasının büyük kahramanlıklar göstererek şehit olduğunu bilmemektedir. Annesinin neden yıllardan beri onu bu geziye göndermediğini şimdi anlamıştır. Ağlamak istemektedir. Ama ağlamamaya dimdik ayakta durmaya karar vermiştir.
Otobüs Serhan Tepenin zirvesinde bulunan tesislere varmıştır. Yeliz büyük duygu karmaşası içerisinde tesise girer. Her yer el dokuması halılarla motiflerle kaplıdır. Rehber açıklamasına devam ettiği sırada içeriye bir general girer. Genereal gelmesinin sebebinin özel olduğunu hiç bir şekilde yanlış anlaşılmaması gerektiğini söyler. Yeliz tesislere Generalin kendisi için geldiğini anlamıştır. Yıllardan beri böyle duygu yüklü olaylardan kaçmıştır. Hiç bir zaman şehit anma törenine gitmemiştir. Ama yıllardır kaçtığı olay şimdi başına gelmektedir. Komutan Yeliz’in elinden tutar ve Yeliz’i geziye katılanlara tanıtır. Yeliz’in kahramanlık göstererek Serhan Uygur’un kızı olduğundan bahseder. Ona sarılır ve gözleri dolu dolu olarak salondan ayrılır. General Serhan Uygur’un şehit olduğu sırada karakolun Bölük komutanıdır. Yeliz’in geziye katıldığını duyunca hemen gelmiştir.
Yeliz şok içerisindedir. Geziye katılanlar birer birer gelip Yeliz’e sarılırlar ve gözleri dolu dolu olarak oradan uzaklaşırlar. Yeliz sadece şehit olduğunu bildiği babası hakkında bir geziyle pek çok şey öğrenmiştir. Babasının arkadaşları uğruna kendini siper ettiğini duyunca daha da duygulanmıştır.
Yeliz yıllar boyunca uzak olduğu ve olacağı babasıyla tanışmış onu tanıdıkça bu ülkenin neler pahasına savunulduğunu daha iyi anlamıştır. Babasının arkadaişları uğruna kendini siper ettiğini öğrenince daha da duygulanmıştır.

3-KİTABIN ANA FİKRİ
İnsanlar her zaman acı gerçeklerden kaçarlar. Fakat bilmezler ki gerçek acı gerçeklerin altındadır.

4-KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Rehber : 40 yaşındadır. Bir ayağını Güneydoğuda teröristlerle mücadele ederken kaybetmiştir. Şu anda Güneydoğuda rehberlik etmektedir. Onlara geçmişte o bölgede yaşananlar hakkında bilgi vermektedir.
Yeliz : Diplomatlık sınavını kazanmış genç bir kızdır.Babasını Güneydoğu’daki bir çatışmada kaybetmiştir. Yıllar boyunca babasının özlemiyle büyüdükten sonra babası hakkındaki gerçekleri öğrenince şok olmuştur. Bu gezi sayesinde babasını tanıma imkanı bulduğu için çok mutludur.
Yeliz’in Annesi : Yıllar boyunca Yeliz’e hem annelik hem babalık yapmıştır. Güneydoğu bölgesinde düzenlenen bu geziye kızının katılmasına ilk başlarda izin vermezken sonrada yeterince olgunlaştığını düşününce izin vermiştir.
General : O bölgede bulunan Kolordu’nun Komutanıdır. Yıllar önce o bölgedeki karakola baskın yapıldığında, baskın yapılan karakolun Bölük Komutanıymış. Yeliz’in acısını biraz olsun hafifletmek amacıyla onu ziyarete gelmiştir.
Yeliz’in Babası : Yıllar önce askerlik yaptığı karakola yapılan saldırıyla şehit olmuştur. Kahramanlıklar göstererek arkadaşlarının ölmesine engel olmuştur.

5-KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER
Ben Güneydoğudan Öyküler 1 ve Güneydoğudan Öyküler 2’yi de okudum; fakat Güneydoğudan Öyküler 3’ü okuduğum zaman bu kitabın biraz ticari amaçla yazılmış olduğunu fark ettim. İçinde bulunan kısa hikayeler Güneydoğu’da yaşananlardan çok bu taraftaki insanların yaşadığı olaylar hakkında yazılmış. Kitabı okuduğunuz zaman hikayelerden etkileniyorsunuz. Evet hepsi güzel yazılmış fakat hikayeleri insana iyi yazılmış bir film senaryosunu andırıyor. Açıkçası bu kitabın Güneydoğu’dan öyküler serisinin devamı olması yerine başka bir adla çıkmasının daha uygun olduğu kanısındayım.
Yazarı üslubu konusunda diyece pek bir şey olmadığını düşünüyorum. Yazar hikayelerini çok güzel bir şekilde, ince bir oyayı işler gibi, işliyor ve okuyucuyu bulunduğu mekandan alıp olayların yaşandığı yere götürüyor. Hikayelerde yer vermiş olduğu tasvirler hikayeleri daha ilgi çekici hale getiriyor. Satırlarda kendinizi buluyorsunuz ve satırlarda yaşadığınızı hissediyorsunuz. Ama kitabın amacından sapmış olması üzücü.

6-KİTABIN YAZARI HAKKINDA KISACA BİLGİ
1967’DE Ankara’da doğdu. “Büyüyünce ne olacaksın?” diye soranlara, “Asker olacağım” dedi. Oldu. “Ozaman en iyisi!” diye; zor ne varsa onu yapmaya çalıştı. Güneydoğuya gitti. Bu kez “Bir yerlerde bir yanlış var. Ama nerede?” diye sormaya başladı. Yanlışın ne olduğunu, ordu içinde bulamayacağını anlayınca, çok sevdiği askerlik mesleğinden kendi isteği ile ayrıldı. Gazetecilik yapmaya başladı. Doğruyu ararken, “Güneydoğudan Öyküler” ortaya çıktı.
Eserleri : Güneydoğudan Öyküler I,II,III.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Ankara'da Savai Rüzgarları [Kitap Özeti]

KİTABIN ADI : Ankara'da Savaş Rüzgarları
KİTABIN YAZARI : Kazım Karabekir
YAYIN EVİ : EmreYayınevi
BASIM YILI : 1997
İÇİNDEKİLER : Kitabın konusu, kitabın özeti, ana fikir, kişiler ve olaylar, yazar hakkındaki bilgi ve eserleri..

Yakın tarihimize bir ışık tutmak maksadıyla Kazım KARABEKİR ’in varisleri tarafından onun notlarının toparlanmasıyla meydana gelen bu eser yakın tarihimizle ilgili bilinmeyen tartışmaları gözler önüne sermiştir.
Kazım KARABEKİR 1939 yılından 1946 yılına kadar olan zaman içerisinde, T.B.M.M. içerisinde olan tartışmaları gözler önüne sererken, 2 nci Dünya savaşına girilip girilmeyeceği, girilecekse kimin tarafında olunacağı, büyük Dünya devletlerinin tarihinden gelen emellerini , bunları 2 nci Dünya savaşı ile nasıl gerçekleştirmek istediklerini, bu emellerden Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl ve ne kadar etkileneceğini anlatmaya çalışmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bulunduğu coğrafi konumun yanında, Türk milletinin tarihten gelen savaş tecrübesi, askeri alanda gösterdiği başarılar ve beraber savaşa girdiği müttefiklere verdiği sözleri tutma gibi özelliklerini bilen devletlerin kendi emellerini gerçekleştirmek maksadıyla, Türk milletini kendi saflarına çekmek için sarf ettikleri çabaları göreceğiz. Ayrıca, yazar eserinde tek partili sistemin demokratik sistem içerisinde yeterli doyumu sağlayamadığının, iktidar partisi içerisinde ele alınan konulardan partinin görüşülmesini istediği konuları meclise aks ettirdiğini, bu durumda meclisin ve kamuoyunun olayların gidişatında yeterince bilgilerinin ve etkisinin olmadığının altını çizmiştir. Bu eserde anlatılan dönemi iyi anlayabilmek için dönemin daha öncesine gidip olayları incelemek , dünya devletlerinin emellerinin ne olduğuna bakmak gerekir.
2 nci Cihan harbinin ortaya çıkmasında etkili olan devletlerden biri de Rusya ‘dır. Öncelikle Rusya’nın tarihten gelen emelleri nelerdir onlara bakalım. Rusya Balkanlarda, siyasi ve askeri çıkarlarını elde etmek, sonra Kars Yaylası’na yerleşmek ve buradan da boğazlara hakim olup sıcak denizlere açılmayı istemektedir.
Çarlığın, bu amaçlı istila siyaseti iki devreye ayrılır. Birincisi Almanların, Avusturya etrafında, ikincisi Almanların, Prusya etrafında toplanma zamanıdır. 1 nci Devrede Ruslar, İngiliz ve Almanlarla müşterek çalışmışlardır.2 nci devrede ise Almanlar, Rusları olduğu kadar İngilizleri de korkutmuşlardır. Daha sonra Kırım Harbinde Ruslar mağlup olunca Orta Asya’ ya döndüler, “ Boğazların anahtarı Asya steplerindedir” dediler. İlerleyen yıllarda Ruslar Almanlarla tek başına mücadele edemeyeceğini anlayınca, 1907’de İtilaf Üçlüsünü kurdular. Almanya’nın en büyük ideali ise Alman birliğini kurduktan sonra deniz aşırı ülkelere açılmaktır. Bunu küçük devletleri ele geçirmek veya müzahir yerleştirip, oraları Almanlaştırarak gerçekleştiriyorlardı.
Dünya devletleri kendi emellerini gerçekleştirmek uğruna düşman gördükleri ülkelerle dahi anlaşmaya gitmekten çekinmemişlerdir. Büyük devletlerin tarihten gelen emellerini gerçekleşmesi uğruna küçük devletlere dost gibi görünüp onlardan yana bir takım anlaşmalara imza atabilirler, buna rağmen tek amaçları büyük ideallerini gerçekleştirmektir. Bu idealleri uğruna devletlerle gizli anlaşmalar yapmışlardır. Bu gizli anlaşmalar 2 nci Dünya Savaşı’nın başlama anına kadar devam etmiştir. Oluşan Almanya – İtalya – İngiltere – Fransa cephelerine karşı kimlerin onların yanında savaşa girmesi gerektiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin savaşa girip girmemesi, girerse kimin tarafında olması gerektiği tartışmaları son ana kadar devam etmiştir.
Savaşa girip girmeme ve yahut kimin tarafında girmesi gerektiği tartışmalarına etkisi olan sebeplerden biri de devletler arasındaki ikili anlaşmalardır. Örneğin Türkiye Balkan Paktı’na imza atmıştır. Rusya ile de yapılan anlaşma gereği 2 ülkeye hudut olan devletlerle herhangi bir anlaşmaya gitmeyeceklerdir. Bu durumda Rusya, Bulgaristan’a saldırırsa ne gibi siyaset izlenmesi gerekir .Türkiye Cumhuriyeti Akdeniz’de çıkarları doğrultusunda İtalya ile savaşa girerse müttefiki Almanya ile de savaşacak mıdır? Bu gibi konuların T.B.M.M.‘de tartışılıp karara varılması gerekiyordu. Almanya’nın, İtalya konusunda taahhüt vererek, kendi yanlarında savaşa girmemizi istemeleri, kamuoyunda, Almanya ile savaşa girilmesi üzerinde ağırlık kazanmıştır.
Rusya ile İtalya ,İngiltere – Fransa – Almanya arasında patlak veren savaşa hemen girmeyip kendi menfaatleri için daha faydalı olacak zamanı beklemişlerdir.
T.B.M.M.’de Kazım KARABEKİR ve bir grup milletvekilinin görüşleri şöyleydi. Büyük dünya devletleri, büyük ideallerini gerçekleştirmek için küçük devletlere dost görünürler. Onların bu amaçlarının bir aracısı olarak savaşa girmenin hiçbir mantığı olmadığıdır. Savaşa girilecekse bunun tek sebebi vatanı savunmak olmalıdır. Büyük devletlerden gerekli yardım, savaş başlamadan önce alınıp gerektiğinde vatan savunması için kullanılması lazım gelir.
Harpte seferberlik ilan edildiğinde hep beraber, ayrım gözetmeksizin zengini, fakiri, adaletli bir şekilde vatan savunması için üzerine düşen görevi gerçekleştirmesi gerekir. Kazım KARABEKİR Paşa’ nın düşüncelerine göre, 2 nci Cihan Harbinde, asıl olan mesele; savaşın nasıl yönlendiği değil Türk milletinin emniyeti ve istiklalinin muhafazasıdır. Savaşta yapılması gereken şunlardır: Ruslarla gerektiğinde savaşmaktan kaçınmayacağımızı göstermek, sosyal yardıma hız vermek ve haksız zenginliği önlemek kadar haksız zarureti de önlemek gerekmektedir . Cephede ve cephe gerisinde, savaşın ağır şartlarını her Türk’ün eşit oranda paylaşması gerekir. Sulh zamanında savaş ekonomisinin esaslarını yerine getirmek gerekir. Kaynakların ve stokların savaşa göre hazır tutulması gerekir.
Kazım KARABEKİR Paşa , dönemin hükümetine getirdiği eleştirileri eserinde şöyle sıralıyor: Seferberlik halinde iken ordumuzun ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla her şey vesikaya bağlanıyor. Fakat Fransa’da ekmeğin lokantalarda yüksek fiyatlarla satılması önlenemiyor, halk savaşa girmediği halde arpa karışımı ekmeği vesika ile alırken imtiyazlı insanlar Fransa’da ekmeklerle köpeklerini besliyorlar. Tam bu ortamda Yunanistan’a İsmet İnönü’nün emriyle 60 ton buğday satılıyor .Bu da hudutlarda daha sonra açlık baş göstermesine neden oluyor. Kısacası halk savaşa girmediği halde savaşa giren ülkelerden daha fazla savaştan etkilenmiştir.
İngiliz sefiri, zamanın dışişleri vekili Şükrü SARAÇOĞLU’na Almanlarla siyasi, iktisadi ilişkilerin kesilmesini istediklerini bildiriyor. Şükrü Saraçoğlu, buna savaşa girmemizi isteseydiniz daha iyi olurdu diye cevap veriyor. Bu savaşa girebilecek durumda olduğumuzu gösteren bir cevaptır. Oysa Kazım KARABEKİR Paşa önderliğinde bir grup milletvekili savaşa girmememiz gerektiğini düşünüyor ve nedenlerini şöyle sıralıyor; Almanlarla 1 nci Cihan Harbinde Ruslara karşı savaştıktan sonra şimdi Ruslarla, Almanlara karşı savaşmanın anlamını halkta dahil olmak üzere kimse çözemiyor. Halk arasında barış zamanında yeterince hazırlık yapılmadığı için tüm yurdun elden gitmesi ve yok olması endişesi vardır.
08.06.1942 günü Seyfi DÜZGÖREN, Recep PEKER gibi vekiller savaşa girmemiz gerektiği yolunda teklif verdiler. Bu teklif grubunda kabul olundu, fakat Kazım KARABEKİR ve aynı düşüncede olan bir grup milletvekili ağır tenkitleri sonucunda Almanlar sebebiyet vermedikçe savaşa girilmemesi konusunda teklifte bulundular. T.B.M.M.’nde bu teklif kabul edildi.
03.04.1943 günü İsmet İnönü-CHURCILLE müzakere yapmak için Kahire’ ye gider. Aynı gün Kazım KARABEKİR Paşa savaşa girilmesi şart ise sıcak savaş yerine müttefiklere asker göndermeyi teklif ettiler. Yakın tarihimizde meydana gelen olayları günümüze kadar ulaştıran bu eserler, tek partili sistemin demokratik hayat içerisinde ne kadar yetersiz kaldığını gözler önüne sermektedir.

 

About

Site Info

Text

Kitap , Kitap Özet , Kitap Özetleri Copyright © 2009 Community is Designed by Bie